HUKUKÎ MÜTALAA*
A. GİRİŞ
Bursa Barosu avukatlarından Sayın Av. Y. Y. 20.05.2011 tarihinde tarafımıza müracaat ederek görülmekte olan bir dava hakkında yazılı olarak hukukî mütalaa hazırlamamızı talep etmiştir.
Sayın Av. Y. Y., şahsımıza yaptığı bu müracaatında müvekkili davacı H.Ç. ile davalı F.Ö. arasında Bursa 2. Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde E: 2009 / 206 sayılı dosya ile görülmekte olan menfi tespit davasının mahkemedeki dosyasının bir örneğini tarafımıza tevdi etmiştir. Tarafımıza sunulan belgeler tamamen objektif bir bakış açısıyla irdelenmiş ve aşağıdaki bilimsel değerlendirmelere gidilmiştir.
B. UYUŞMAZLIĞIN ÖZETİ
Davacı H.Ç., borçlu olarak göründüğü 5 Kasım 2000 tanzim tarihli, 5 Kasım 2008 vadeli ve 4.800.000.- ABD doları bedelli bononun davalı F.Ö. tarafından hile yoluyla düzenlenmiş sahte bir belge olduğunu ve kendisinin F.Ö.’ye gerçekte hiçbir borcu bulunmadığını iddia ederek bir menfi tespit davası açmıştır. Bu davada sunulan iddia ve savunmaları şu şekilde özetlemek mümkündür:
I. Davacının 04.05.2009 Tarihli Dava Dilekçesi
1. Davalı F.Ö. ile davacı H.Ç. arasında geçmişe dayanan bir ortaklık ve dostluk ilişkisi bulunmaktadır. Davacı, 1993 yılında Bursa’da davalı ile adi ortaklık kurarak bir perakende mağazası açmıştır. Bu ortaklık 1997 yılından itibaren zarar etmeye başlamış ve davacının isteğiyle 2000 yılında tasfiye edilmiştir. Tasfiye süreci sonunda davalı F.Ö., davacı H.Ç.’ye borçlu kalmış ve zaman içinde bu borcunu ödemiştir. Bu hususa ilişkin tanıklar ve belgeler mevcuttur.
2. Davacı H.Ç. İ.B.M. Güney Marmara Bölge bayii ve aynı zamanda mobilya üreticisi olarak faaliyet göstermektedir. Bu nedenle tasfiye sonrasında da davalı, davacının bayii olarak çalışmaya devam etmiştir. Davalı önce bir süre gerçek kişi tacir olarak faaliyet göstermiş daha sonra 2004 yılından itibaren eşiyle beraber ortağı olduğu O. Mobilya Tic. ve San. Ltd. Şti.’yi kurarak bayiliğe devam etmiştir.
3. Bu süreç içerisinde davacının şirketinden aldığı mallara karşılık düzenli ödeme yapan davalı 2008 yılından itibaren vermiş olduğu çekleri ödememeye başlamıştır. Ödenmeyen çekler hakkındaki takipler Bursa İcra Daireleri’nde yedi ayrı dosyada derdesttir. Ayrıca F.Ö. hakkında karşılıksız çek keşide ettiği iddiasıyla şikâyette bulunulmuştur.
4. Davalı, şirketi hakkında başlatılan takiplerden haberdar olması üzerine davacıya çeşitli cep telefonu mesajları göndermiş, bu cep telefonu mesajlarında davacının kendisine 40.000.000.- ABD doları borçlu olduğunu iddia ederek birtakım çelişkili beyanlarda bulunmuştur. Davacı bu mesajlar ile tehdit ve tacize uğradığını ileri sürerek İnegöl Cumhuriyet Başsavcılığı’na şikâyette bulunmuştur.
Bu mesajların metinleri 4 Mayıs 2009 tarihli dava dilekçesinin ekinde Av. Y.Y. imzası ile sunulmaktadır.
5. Davalı daha sonra davacıya 10.11.2008 tarihli bir ihtarname göndererek kendisine ekte bulunan 5 Kasım 2000 tanzim, 5 Kasım 2008 vade tarihli senet nedeniyle 4.800.000.-ABD doları borçlu olduğunu ve yedi iş günü içerisinde ödeme yapmaması hâlinde hakkında icra takibine geçeceğini ihtar etmiştir.
6. Davacının ödeme yapmaması üzerine davalı, Bursa 9. İcra Müdürlüğü nezdinde E: 2009 / 5492 sayılı dosya numarası altında davacı aleyhine icra takibi başlatmıştır.
7. Davacı bu takibe karşılık “İmzaya ve Borca İtiraz ve Sahtelik” iddiası ile Bursa 2. İcra Hukuk Mahkemesi nezdinde 1 Nisan 2009 tarihinde dava açmıştır.
8. Davacı, davalıya borcunun bulunmadığını, dolayısıyla böyle bir senet tanzim etmediğini, senetteki imzanın sahte olduğunu veya senedin hile yoluyla alınan imzanın kötüye kullanılması suretiyle düzenlendiğini iddia etmektedir. Bu itibarla açtığı dava ile senedin sahteliğinin ve kendisinin davalıya gerçekte böyle bir borcu olmadığının mahkeme tarafından tespitini talep etmiştir.
II. Davalının 10.06.2009 Tarihli Cevap Dilekçesi
1. Davacı, dava konusu senedi imzalayarak davalıya vermiştir.
2. Davacının O. Mobilya Tic. ve San. Ltd. Şti.’ye karşı başlattığı icra takiplerinin davalının şahsı ile bir ilgisi bulunmamaktadır.
3. Yine de bahsedilen takiplere konu alacakların -borçlusu her ne kadar bizzat davalı değil de O. Mobilya Tic. ve San. Ltd. Şti. de olsa - dava konusu senetten doğan alacağa mahsup edileceği yolunda taraflar arasında mutabakat vardır.
4. Davalının davacıya göndermiş olduğu mesajların da dava ile ilgisi bulunmamaktadır. Bununla birlikte davalıya göre bu mesajlarda geçen ifadeler davacının davalıya “30 Haziran 2008’den bir gün geçsin değil 4 milyon ABD doları, 40 milyon ABD doları öderim” şeklindeki beyanını hatırlatan latife içerikli beyanlardır.
5. Dava konusu senet taraflar arasındaki adi ortaklıktan kaynaklanmaktadır.
6. Davacının bir yandan senetteki imzanın sahte olduğuna bir yandan da imzanın kötüye kullanıldığına dayanması çelişkili beyanlar oluşturmaktadır.
7. Davalı ayrıca dilekçesinin ekinde davacıya ait çeşitli imza örnekleri sunmuş ve bu imzaların senetteki imza ile tereddüde yer bırakmayacak surette aynı olduğunu vurgulamıştır.
8. Davalıya göre davacı borçlu olmadığını usul hukukundaki “senede karşı senetle ispat” kuralı (HUMK m.288) uyarınca, senetle ispat etmelidir. Bu husus tanıkla ispat olunamaz.
III. Davacının 22.07.2009 Tarihli Cevaba Cevap Dilekçesi
1. Dava konusu senedin metni, senette belirtilmiş olan miktar ve yazılan kâğıdın cinsi gibi unsurlar senedin mutat bir senet olmadığını göstermektedir.
2. O. Mobilya Tic. ve San. Ltd. Şti. davalı tarafından hukukî sorumluluktan kurtulmak amacıyla kurulmuş bir aile şirketidir. Şirketin diğer ortağı davalının düşük bir paya sahip eşidir. Şirket davacı dışında başka bir şirketten mal almamaktadır. Dolayısıyla ödenmeyen çeklere ilişkin icra takiplerinin davalı ile ilgili olmadığı yönündeki savunma doğru değildir.
3. Taraflar arasında, davacının davalının şirketinden olan alacağının davalının sahte senede dayanan alacağından mahsup edileceğine ilişkin bir anlaşma olduğu doğru değildir.
4. Davalının gönderdiği cep telefonu mesajları arasında 40.000.000 ABD dolarının “sadece avukatlık ücretlerinin 4.800.000 ABD doları” tuttuğuna dair ifadeye yer verilmiş olması ve bir süre sonra bu meblağı içeren bir senedin takibe konulması dikkat çekicidir ve bütün bu olaylar sıradan bir latife beyanı ile açıklanamaz.
5. Davalı ile davacı arasındaki ortaklığın tüm ciroları ve malvarlığının toplamı 150.000-170.000 ABD dolarını geçmezken söz konusu ortaklıktan bu meblağda bir alacak ilişkisinin doğmuş olması mümkün gözükmemektedir dolayısıyla da davalının alacak iddiasını ispat etmesi gerekir.
6. Davacının davalıya bu miktarda bir borcu olması mümkün değildir ve davacı böyle bir senet tanzim etmemiştir. Dolayısıyla senetteki imzanın sahte olması veya hile ile alınan imzanın üstünün doldurulmuş olması ihtimallerinden biri söz konusudur.
7. Yargıtay içtihatlarında belirtildiği üzere hile her türlü delille ispat edilebilmekte, bu sebeple tanık dâhil her türlü kanıtın değerlendirilmesi gerekmektedir.
IV. Davalının 14.10.2009 Havale Tarihli Dilekçesi
1. Davalı, davacının bütün tutum ve davranışının borçlu olduğu tutarı ödememeye yönelik olduğunu,
2. Davacının resmi evrakta sahtecilik suçu iddiası ile suç duyurusunda bulunduğunu ancak Bursa Cumhuriyet Savcılığınca yapılan kovuşturma sürecinde tanzim edilen 07.07.2009 tarihli ekspertiz raporunda senet altındaki imzanın davacıya ait olduğunun tespit edildiğini,
3. Bu gelişme üzerine Bursa Cumhuriyet Savcılığı’nın 08.09. 2009 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verdiğini,
4. Ayrıca Bursa Cumhuriyet Savcılığının 08.09.2009 tarihinde resen harekete geçerek davacı hakkında iftira suçu işlediği iddiası ile iddianame hazırladığını,
5. Bursa 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nin E: 2009 / 1405 sayılı dosya çerçevesinde bu iddianameyi kabul ederek kovuşturma evresine geçtiğini
iddia etmiş ve bütün bu gelişmelerin davacının açtığı bu davada haksız olduğunu açıkça ortaya koyduğunu ve davanın reddedilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.
V. Diğer Belgeler ve İlk Derece Mahkemesinin Kararı
1. Uyuşmazlık konusu senet ve 07.07.2009 tarihli Ekspertiz Raporu hakkında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Adli Tıp ve Belge İnceleme Uzmanı Prof. Dr. G. Ç. tarafından hazırlanan 08.09.2009 tarihli ve 2009 / 57 protokol numaralı Bilimsel Mütalaa’da senet altındaki imzanın davacı H.Ç.’ye ait olup olmadığının belirlenebilmesi için daha fazla sayıda belge üzerinde inceleme yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır.
2. Yargılama süresince Adli Tıp Kurumu’ndan 6 Ağustos 2010, Jandarma Genel Komutanlığı Bölge Kriminal Laboratuvar Amirliği’nden 11 Mart 2011 tarihli bilirkişi raporları alınmış, her iki raporda da belge üzerindeki imzanın davacı H.Ç. eli ürünü olduğu kanaatine varılmıştır.
3. Uyuşmazlık konusu senet hakkında Bursa 2. İcra Hukuk Mahkemesi nezdinde görülmekte olan E: 2009 / 407 sayılı dosyaya sunulan 29.03.2010 tarihli Bilirkişi Raporu’nda da senet altındaki imzanın davacıya ait olduğu sonucuna varılmıştır.
4. Nihayet Bursa 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen davaya 28 Nisan 2011 tarihli celsede son verilmiş ve davacının açtığı menfi tespit davası reddedilmiştir.
C. İNCELENMESİ GEREKEN HUKUKÎ SORUNLAR
Taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözüme kavuşturulabilmesi için aşağıdaki sorunların ele alınması gerekir:
1. Dava sebebi somut vakıa nedir?
2. Somut vakıa çerçevesinde davada hangi hususların ispatı gerekir?
3. Hile yoluyla sahte senet düzenlendiği iddiasının ispatında hangi delil türlerine başvurulabilir? Bir diğer ifade ile davada “Senetle İspat Zorunluluğu” geçerli midir?
4. Dava konusu iddianın ispatında dolaylı ispat yöntemine başvurulabilir mi?
5. Olayda iddia konusu vakıanın dolaylı ispatı mümkün müdür?
D. İNCELEME ve DEĞERLENDİRME
I. Dava Sebebi Somut Vakıa Nedir?
Taraflar arasındaki dava, davacı H.Ç. ismi altında atılmış olan bir imzayı içeren, elektrikli daktiloyla hazırlandığı anlaşılan bononun, hile ile alınan kâğıdın sahtecilik yapılarak bonoya dönüştürülmesi yoluyla oluşturulduğu ve davacının gerçekte davalıya herhangi bir borcu bulunmadığı iddiasına dayanmaktadır.
Dava hukukî niteliği itibarıyla bir menfi tespit davası olup, dava sebebi somut vakıa temel olarak hile yoluyla “sahtelik iddiası”dır. Davada, açığa atılan imzanın üzerinin aradaki anlaşmaya aykırı doldurulduğu yolunda bir somut vakıa iddiası kesinlikle söz konusu değildir.
Adi senetlerde sahtelik iddiasının konusu imza olabileceği gibi, gerçeği yansıtmayan sahte belge düzenlenmesi de olabilir. Bu son durumda sahtelik iddiasının konusu bizzat belgenin kendisidir.
Sahte belge tanzim edildiği iddiası, kişinin kendi iradesiyle karşı tarafa vermiş olduğu açığa atılan imzayı taşıyan bir belgenin aradaki anlaşmaya aykırı doldurulduğu iddiası ile aynı şey değildir. İnceleme konusu davadaki dava sebebi, davacının imzasını taşıyan bir boş kâğıdın davacının izni ve bilgisi dışında hile ile elde edilmesi ve imzanın üstündeki kısmın bir kambiyo senedi şeklinde düzenlenmesi suretiyle sahte bir belge tanzim edildiği şeklindeki vakıa iddiasıdır.
Doktrinde konuyu noter senetlerinde sahtelik açısından ele alan M. Özbek de bu konuda aynen şu açıklamalarda bulunmuştur(1):
“ … Gerçeğin herhangi bir biçimde değiştirilmesi, gerçeğe aykırı söz, yazı veya eylemin doğru olduğunun ileri sürülmesi sahteciliktir; bu hususun bir senet hakkında ileri sürülmesi ise, davada sahtelik iddiası ya da bağımsız sahtelik davası ile gerçekleşir. Sahtecilik eylemleri sahih olmama ve yalan olmayı ifade ettiğinden, her türlü hileyi de kapsamaktadır. Sahtecilik, başkalarını aldatmak için kullanılan her türü hile ve usulleri kapsar. … ”
Gerçekten de boş bir senedin anlaşmaya aykırı bir biçimde doldurulduğu iddiası, sahtelik iddiası değildir. Somut olayda da davalı tarafa, belli bir anlaşma ya da mutabakat çerçevesinde boş olarak verilmiş bir senetten söz edilmemekte, bilakis hile sayılabilecek eylem ve ifadelerle, davacı H.Ç.’nin izin, irade ve bilgisi dışında imzasının ele geçirildiği ve sahte bir bono yaratıldığı iddiası dile getirilmektedir.
Dikkat edilecek olursa, sahte senet tanzimi iddiası, senedin tanzim şekline ve tamamına ilişkin bir sahtelik iddiası olarak ortaya çıkmaktadır.
II. Davada Hangi Hususların İspatı Gerekmektedir?
Bu somut vakıa çerçevesinde incelemekte olduğumuz uyuşmazlıkta şu iki hususun ispat edilmesi gerekir:
1. Senedin imza bölümü ile metin bölümünün tarih olarak aynı zamanda tanzim edilmiş olup olmadığı;
2. Senedin yazılı olduğu imza sahibinin bilgisi dışında hile yoluyla elde edilip edilmediği (başka bir deyişle açığa imzalı olarak davalıya teslim edilip edilmediği)
Hemen belirtmek gerekir ki, bu hususlar birer hukukî işlem değil, hukukî fiil niteliğindedir.
III. Davada “Senetle İspat Zorunluluğu” Prensibi Geçerli midir?
Hemen belirtmek gerekir ki, adi bir senedin sahteliği iddiası ve hile iddiası senede karşı senetle ispat kuralının kapsamı dışında kalan bir iddiadır ve her türlü delille ispatı caizdir. Zira hile ve sahtecilik senetle ispatı gereken hukukî işlemler değildir; bu eylemler birer haksız fiildir. Haksız fiil iddialarının ise takdiri delillerle ispatının mümkün olduğu konusunda herhangi bir tartışma yoktur. Bu sebeple kanun koyucu da Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda sahtelik iddiasının öncelikle bilirkişi incelemesiyle, bu delille kanaat mümkün olmazsa, senedin verildiğini ya da tanzimini gören kişilerin tanıklığıyla ispat edilebileceğini hükme bağlamıştır (m. 309/I)(2).
Hâkim, bilirkişiye yaptıracağı inceleme sonucunda, inkâr edilen adi senetteki metnin ya da imzanın inkâr edene ait olup olmadığı hususunda kesin bir kanaat sahibi olmazsa, senedin imzalandığını görenlerin veya bunlara kesin surette delalet eden vakıalara tanık olanların dinlenmesine karar verir (HUMK.m.309, cümle 1)(3).
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da konuya ilişkin bir kararında bu hususta aynen şu açıklamalarda bulunmuştur(4):
“ … Tüm haksız fiillerde olduğu gibi, imzalı boş kâğıdın hukuka aykırı yollarla elde edildiği ve borç belgesi haline getirildiği şeklindeki bir iddia da, sahibi yönünden, kendisine karşı işlenmiş bir haksız fiil iddiası anlamında olduğundan, tanık dâhil, usul hukukunun cevaz verdiği her türlü delille kanıtlanması mümkündür. Esasen, haksız fiile maruz kaldığı iddiasını ileri sürenden, sadece ve ancak bir sözleşmenin tarafı durumunda bulunanlardan istenilebilecek olan, yazılı belge ile ispat koşulunu yerine getirmesini beklemek hukuken mümkün değildir. Dolayısıyla, eldeki davada, davacıya bu yöndeki iddiasını her türlü delille kanıtlama olanağı sağlanmalı, bildirdiği deliller toplanmalıdır. … ”
Uygulamada genellikle imza inkârına dayalı sahtelik iddiası söz konusu olduğundan, bu konudaki Yargıtay içtihatları da daha çok imza sahteciliği ya da el yazısı metinde tahrifat iddialarına ilişkindir. Ancak bu durum, senedin hile yoluyla sahte olarak tanzim edildiği iddiasında bulunulamayacağı anlamına gelmez. Ayrıca imzanın hileyle alınıp, sonradan sahte senet olarak tanzim edildiği yolundaki iddianın ispatı için bilirkişi incelemesi ve nihayet kâğıdın hile yoluyla alındığı iddiası bakımından da tanık ifadesine başvurulması maddi gerçeğin ortaya çıkarılması bakımından zorunludur.
İşbu davada davacı tarafından iddia edilen vakıa, bir senedi hükümden düşürecek nitelikteki yeni bir hukukî işlem iddiası değil, senedin geçersizliğini ortaya koyacak bir haksız fiil iddiasıdır. Haksız fiil olan hile ile boş senet alındığı iddiası, senede karşı senetle ispat kuralının kapsamı dışındadır. HUMK.m.293/5’te bu husus açıkça hüküm altına alınmıştır:
“Aşağıdaki hallerde her halde şahit ikame olunabilir:
…
5. Akitlerde … hile … vukuu”
Senede karşı ileri sürülen hukukî işlemlerin, senetle ispatı gerektiğinden, senede karşı ileri sürülen iddialar, “hukukî işlem” niteliğinde değil de “hukukî fiil” (maddi olay) ise, bunların tanıkla ispatı mümkündür. Örneğin; borçlu, “senedin hile ile imzalatıldığını” tanıkla ispat edebilir.
IV. Davada Dolaylı İspat Yöntemine Başvurulabilir mi?
Bir haksız fiil teşkil eden hile iddiası her türlü delille ispat edilebilir. Hile iddiası, doğrudan doğruya ispatlanabileceği gibi dolaylı olarak da ispatlanabilir.
Dolaylı ispat, ispatın konusu olan vakıanın (olayda senedin gerçeği yansıtmadığı, sahte olduğu) bizzat / doğrudan değil, o vakıa iddiasını destekleyen (doğru olduğunu gösteren) çevre vakıalar olarak adlandırılan emarelerin, genel hayat tecrübesi kurallarına dayanan fiili karinelerle ispat edilmesi yöntemidir. İddia edilen vakıayı doğrudan yansıtan ve kendisinden vakıanın oluşu hakkında doğrudan kanaat edinilebilecek delillerle değil de emare teşkil eden diğer komşu vakıaların varlığına dayanarak çekişmeli vakıa hakkında hâkim tarafından (delillerin değerlendirilmesiyle) bir sonuca varılması yoluyla ispata çalışmak “dolaylı ispat” olarak adlandırılır.
Bu ispat türüne genel anlamda “emare ispatı” da denir(5). Emare ispatı bir dolaylı ispat olduğundan, komşu vakıaların ispatı ile asıl vakıalar hakkında hâkimde bir kanaat oluşturulmaya çalışılır. Taraflar, komşu vakıaların kanunî unsurlarının gerçekleştiğini ispat ederlerse, hâkim, bu vakıalara dayanarak asıl ispatı gereken vakıanın da büyük ihtimalle gerçekleştiğine karar verebilir. Emare ispatında, komşu vakıalardan, hayat tecrübesi ve onlarla bağlantılı mantık kuralları çerçevesinde somut vakıa hakkında bir sonuç çıkarılmaya çalışılır(6).
Menfi tespit davalarında bir takım fiili karinelerden(7) ve ticari teamüllerden de “delil” olarak yararlanılır. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi de T: 27.11.1992, E: 1992 / 6477, K: 1992 / 10946 sayılı kararında konuya ilişkin olarak aynen şu açıklamalarda bulunmuştur(8):
“ … Davacı (borçlu) tarafça, davalı (alacaklı) tarafa boş olarak verilmiş bononun, lehtar (alacaklı) tarafından aradan 16 yıl geçtikten sonra doldurulup takibe konulmuş olmasının hayatın olağan akışına aykırı olacağını, bu durumda alacak tutarını isbat külfetinin davalı-alacaklıya düşeceğini … ”
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, T: 03.11.1990, 7621 / 7506 sayılı kararında da aynen şu açıklamalarda bulunmuştur:
“ … Yabancı şirket kaşesi altında yer alan borçlunun imzasının üst kısmının daktilo ile büyük harflerle, aralarında boşluklar olacak şekilde, bono biçiminde doldurulmuş olmasının hayatın olağan akışına ters düşeceği … ”
Yine Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin, T: 13.10.2006, 2437 / 9637 sayılı kararına göre(9):
“ … davacı, imza inkârının yanı sıra bononun hile ile de imzalatılmış olabileceğini iddia ettiğinden, davacının bu yöne ilişkin delilleri toplanıp değerlendirilmeden karar verilmesi kabul şekli itibarı ile isabetli görülmemiştir. … ”
Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin, T: 26.03.1999, 1860 / 3848 sayılı kararına göre de:
“ … Senedin tanzim tarihi ile vadesi arasında üç yıldan fazla zaman bulunması, tahsil edilen kamulaştırma bedeli ve taksi plakalı araçla ilgili iddianın (alacaklının, senet bedelini nakden borç olarak vermeye yetecek kaynağı olduğu yolundaki iddia) belgelendirilememiş olması karşısında, tarafların akrabalık durumları da gözetildiğinde, 7.0000.000.000.- TL’lik senedin gerçek bir borcu yansıtmadığının kabulü gerekir. … ”
V. Somut Olayda Dolaylı İspat Mümkün müdür?
İncelemeye konu somut olayda, yukarıda belirtildiği üzere hem doktrinde hem de Yargıtay kararlarında benimsenen ispat kuralları ve yöntemi ışığında, senedin gerçeği yansıtmadığını ispata yarayan birden çok somut emare ve fiili karine mevcut olduğu ve bunların birlikte değerlendirilmesinden, davada ileri sürülmüş bulunulan vakıa iddialarının dolaylı ispat yöntemi ile ispatlanmış kabul edilmesini gerektirecek derecede kanaat tesisinin mümkün olduğu sonucuna varmış bulunuyoruz. Şöyle ki:
1. Davalı, dosyada mevcut savcılık ve kolluk ifadelerinde, senedin tanzimine neden olan temel borç ilişkisi konusunda birbiriyle çelişkili beyanlarda bulunmuştur. Zira:
a. Davacının, davalının mal bildirimine karşı sunduğu 3 Haziran 2010 tarihli beyan dilekçesinin ekinde bulunan 8 Haziran 2008 tarihli Nilüfer Polis Merkezi Amirliği şüpheli ifade tutanağında davalı aynen şu açıklamalarda bulunmuştur:
“ … Ben müşteki ile ortak iken kendisine elden 4.800.000. ABD doları borç vermiştim, müşteki de bana bu borcuna karşılık bana ortaklıktan ayrılırken … ili … İş Merkezi Yanı No: … sayılı işyerimizde bir adet 5 Kasım 2008 vade tarihli 4.800.000 ABD dolarlık senet verdi, bana ben bunu yıl içerisinde sana 500.000 – 500.000 ABD doları şeklinde / taksitler halinde öderim dedi ancak herhangi bir ödemede bulunmadı, aynı işi yaptığımız için devamlı bu senetle ilgili olarak görüşüyorduk, arkadaşım olan bu şahıs bu gün öderim yarın öderim diye beni oyaladı, ben de kendisini uzun zaman önceden tanığım için üzerine fazla gitmedim. … ”
b. Davacının davalının mal bildirimine karşı sunduğu 3 Haziran 2010 tarihli beyan dilekçesinin ekinde bulunan 15 Haziran 2009 tarihli Cumhuriyet Başsavcılığı sorgulama tutanağında ise davalı aynen şu açıklamalarda bulunmuştur:
“ … Ben şikâyetçi H.Ç. ile ortak mobilya ticareti yaptım. Daha sonra işimizi ayırdık. Ortaklığımız sırasında ortak yaptığımız işten elde ettiğimiz gelirden kendisi kişisel olarak yaklaşık 4.800.000 ABD doları para kullandı. Ortaklığımızı bitirince kullandığı paradan kendi hisseme düşeni istedim. Bana ödeme yapamayınca suça konu bonoyu verdi. Bana olan ödemesini 8 yıl içerisinde bitirecekti. Bana hiç ödeme yapmayınca ben de bonoyu takibe koydum. … ”
Görüldüğü üzere davalı, kolluk kuvvetlerine verdiği ifadede davacıya elden 4.800.000 ABD doları borç verdiğini ve davacının senedi bu borç için tanzim ettiğini beyan etmiş; ancak savcılık makamına verdiği ifadede ise davacının şirketten elde edilen gelirden toplam 4.800.000 ABD doları para kullandığını senedi bunun için tanzim ettiğini beyan etmiştir ki bu iki ifadenin birbiri ile çeliştiği ortadadır.
Bu aşamada üç hususa daha işaret etmek gerekir:
aa. Bu iki beyan birbiri ile çelişkili olduğu gibi ilk beyanın “elden 4.800.000 ABD doları borç vermiştim” şeklindeki kısmı ticari hayatın olağan akışı ile tutarlı bir iddia değildir. Zira birçok kişi için bir servet olarak nitelendirilecek bu tutardaki bir paranın bankacılık sisteminden geçmeden ve hiçbir sözleşmeye dayanmadan ve yine hiçbir faize tabi olmadan bir tacir tarafından diğer bir tacire borç olarak verilmesi hayatın olağan akışına uygun bir iddia değildir.
bb. Davalının savcılık makamındaki ifadesinin “Ortaklığımızı bitirince kullandığı paradan kendi hisseme düşeni istedim. Bana ödeme yapamayınca suça konu bonoyu verdi.” şeklindeki kısmında ticari hayatın olağan akışı ile tutarlı olmayan ve mantıksal olarak da açıklanması pek mümkün olmayan bir başka çelişki daha mevcuttur. Zira eğer davacı, davalının iddia ettiği gibi ortaklıktan 4.800.000 ABD doları para kullanmış ve ortaklık bitince de ödeme yapamadığı için kullandığı paradan davalıya düşen hisse için bir senet tanzim etmiş ise bu senedin hayatın doğal akışında olayların birçoğunda mantıken 2.400.000 ABD dolarlık bir senet olması gerekir.
Bir an için davalının bu iddiasının doğru olduğu kabul edilse ve bu tutara 8 yıl boyunca faiz işletileceği için, senedin 2.400.000 ABD doları üzerinden değil de 4.800.000 ABD doları üzerinden tanzim edildiği farz edilse bile aradaki 2.400.000 ABD dolarlık farkı yine ticari hayatın akışına ve akla uygun bir faiz oranı ile açıklamak mümkün olamaz.
cc. Davalının kolluk kuvvetlerine verdiği ifadedeki, “bana ben bunu yıl içerisinde sana 500.000 – 500.000 ABD doları şeklinde / taksitler halinde öderim dedi ancak herhangi bir ödemede bulunmadı, aynı işi yaptığımız için devamlı bu senetle ilgili olarak görüşüyorduk, arkadaşım olan bu şahıs bu gün öderim yarın öderim diye beni oyaladı, ben de kendisini uzun zaman önceden tanığım için üzerine fazla gitmedim.” şeklindeki beyanları da hayatın doğal akışına uygun değildir. Zira bir tacirin diğerinden yılda ortalama 500.000 ABD doları alacaklı olması ve borçlunun bu yıllık taksitleri 8 yıl boyunca hiç ifa etmemesi buna rağmen (Türk Ticaret Kanunu’nun kendisinden basiretli bir iş adamı gibi davranmasını beklediği) alacaklı tacirin hiçbir şekilde harekete geçmemesi, hiçbir ihtarda bulunmaması ve 8 yıl boyunca süren bu hareketsizliğini birlikte yaptıkları işlerle ve aralarındaki dostlukla açıklamaya çalışması hayatın doğal akışına uygun değildir.
Gerçekten de alacaklının 8 yıl boyunca hareketsiz kalmasını davacı ile aralarındaki iş ilişkilerine dayandırmasını, özellikle taraflar arasındaki iş ilişkilerinin tutarı ile uyuşmazlık konusu alacak tutarı karşılaştırıldığında, makul bir gerekçe olarak nitelendirmek oldukça güç görünmektedir.
Ayrıca davalının, davacının 8 yıl boyunca hiçbir ödemede bulunmamasına rağmen hareketsiz kalmasının nedenlerini kolluk kuvvetleri huzurunda yaptığı açıklamalarda dile getirmesine rağmen savcılık makamında bu hareketsizliği ile ilgili olarak hiçbir açıklamada bulunmaması da onun bu savunmalarının hayatın doğal akışına uygun olmadığı hususundaki tespitleri kuvvetlendirmektedir.
2. Davalının, davacıya yolladığı mesajlarda (Davacının davalıya borcunun 40.000.000 ABD doları olduğuna, mahkemelik olmaları hâlinde avukat parasının 4.800.000 ABD doları olacağına dair) şüphe çeken ifadelere rastlanmaktadır(10):
28 Ağustos 2008 - Saat:01.05- “H. bey bana 40 milyon ABD doları borcunu ama öyle ama böyle ödeyeceksin. Ben de seni bu senet için 30 agt.2008 de protesto ettireceğim. Haberin olsun.”
29 Ağustos 2008 - Saat:19.10- “Bu mesajlar seni sevdiğim için… Bunu da bilesin. Mahkemelik olacağımız kesin. Ama sadece avukat parası 4.800 bin yaklaşık 5 milyon ABD doları tutuyor.”
3. Davalı ile davacının adi şirket faaliyetlerinden senet tutarında bir kârın oluşması imkânsız gözükmektedir. Zira ortaklığın 1995-2000 yılları arasında toplam cirosu 1.226.701.902.878 Eski TL, vergi sonrası net kârı 21.530.278.283 Eski TL’dir(11).
4. Dosya içerisindeki belge ve bilgilerden davalının, takibe konu senet tutarı olan 4.800.000 ABD dolarını davacıya şahsen borç olarak verebilecek mali kudrete sahip olmadığı görülmektedir. Şöyle ki: Davalının 1990 yılında verdiği mal bildiriminden mesleğinin Vergi Kontrol Memurluğu olduğu; … Mahallesi, … Sokak, No: …, … adresinde 85 m2 lik 18.000.000 Eski TL değerinde bir gayrimenkulü, 11.000.000 Eski TL değerinde bir adet hususi otomobili bulunduğu anlaşılmaktadır(12).
5. Ayrıca yukarıda yaptığımız açıklama çerçevesinde davalının davacı ile olan ortaklığından da senet tutarına varan miktarda bir gelir elde etmiş olması da hayatın olağan akışına uygun değildir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu da konuya ilişkin T: 20.03.2002, E: 2002 / 206, K: 2002 / 13-177 sayılı kararında senede karşı senetle ispat zorunluluğunu ele alırken hayatın olağan akışına uygunluk kriterini de dikkate almıştır(13):
“ … HUMK.’nun 290. maddesine göre, senede bağlı olan her çeşit iddiaya karşı defi olarak ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukukî işlemler, miktar ne olursa olsun tanıkla ispat olunamazlar. …
Ne var ki, senede karşı senetle ispat zorunluluğunu öngören bu kural da mutlak değildir. HUMK.’nun 293. maddesinin 3. ve 5. fıkralarında sayılan hallerde, senede karşı tanık dinlenebileceği gibi, Yargıtay uygulamasına göre, örneğin borcun kumardan kaynaklandığı ya da ahlak ve adaba aykırı bir amacın tahakkuku için verildiği yolundaki savunma da tanıkla kanıtlanabilir. Kaldı ki, somut olayda, davacının belgede belirtilen miktarda parayı borç olarak verecek mali gücünün bulunmadığı, davalıların miras bırakanının da bu miktarda borç almasını gerektirecek herhangi bir durumunun mevcut olmadığı da savunulmuş ve buna ilişkin deliller toplanmıştır. İşçi emeklisi eşi olduğu dosya kapsamından anlaşılan davacının, herhangi bir işinin, gelirinin ve malvarlığının bulunduğu kanıtlanamamıştır. Davalıların miras bırakanının ise, 1982 yılından itibaren oto tamirhanesi işlettiği, gayrimenkullerinin ve özel otomobilinin bulunduğu, kira geliri elde ettiği, buna ilişkin resmi yazı cevaplarıyla sabittir. Bu durumda, davacının davalıların miras bırakanına 1.08.1997 tarihinde 10 milyar TL. borç para vermesi hayatın olağan akışına da uygun düşmemektedir.
Yukarıdaki açıklamalar ve somut olayın değinilen özellikleri gözetildiğinde, davalıların savunmasının tanıkla kanıtlanması usulen mümkündür. … ”
Doktrinde Prof. Dr. Yavuz Alangoya da Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun bu kararına ilişkin makalesinde aynen şu açıklamalarda bulunmuştur(14):
“ … Yargıtay ispat yükünün paylaştırılması hususunda «Hayatın doğal akışı» ölçüsüne dayanmaktadır. «Hemen bütün ilim adamlarının birleştiği ve Yargıtay uygulamasında kararlılık ifade eden ölçüye göre, ispat yükü hayatın olağan akışına aykırı iddia ve savunmada bulunana düşer.»
…
Bu kararda Yargıtay, bir kimsenin kendi mali durumu ile izah edilemeyecek olan yüksek miktarda borç vermesinin hayatın normal akışına uygun olmadığı yolunda bir tecrübe kuralına dayanarak somut olaydaki mevcut vakıaları değerlendirmiş ve belirtilen tecrübe kuralına uyumsuzluğu senedin karşılıksız (veya muvazaalı) olarak verilmiş bulunduğunun fiili karinesi kabul etmiş ve şahit dinlenebileceği sonucuna varmıştır.
…
HGK kararındaki olaydan hareket edersek, davacının emekli işçi eşi olduğu, alınan emekli maaşı, herhangi bir malvarlığının bulunup bulunmadığı resmi mercilerden edinilecek bilgilerden oluşabileceği gibi bu konularda davacının beyanları ve bunların incelenmesi de mümkün olabilecektir. Mali durumun bu şekilde objektif olarak belirlenmesinden sonra bu durumda olan bir kimsenin, 1997 yılında 10 milyar TL borç verip veremeyeceği hayatın olağan akışına göre değerlendirilecektir. Mesela alınan emekli işçi maaşı 1997 yılında 100 milyon TL ise ve başkaca hiçbir malvarlığı da bulunmuyorsa bu durum mali durumu ancak kendisine geçindirebilen bir kimsenin, bu durumu ile bağdaşmasına açık olarak ihtimal bulunmayan miktarda ödünç vermiş olması, tecrübe kurallarına, hayatın olağan akışına uygun düşmeyecek yani senedin karşılıksız veya muvazaalı olduğu hususu için bir karine oluşturacaktır … ”
6. Senedin kendisinde birtakım şüpheli özellikler dikkat çekmektedir:
a. 2000 yılında düzenlenen bir senedin sekiz yıl sonraki bir vadeyi içermesi,
b. Ticari hayatın içinde matbu bono kullanımı oldukça yaygın ve matbu bonoları tedarik etmek son derece kolay ve pratik olmasına rağmen bono metninin ayrı bir kağıda elektrikli daktilo ile yazılmış olması,
c. Tanzim tarihi olan 2000 yılında bonolara damga pulu yapıştırılması zorunluluğu ve uygulamada da teamülü olmasına rağmen pulsuz bir bono düzenlenmiş olması genel hayat tecrübesi kurallarına, ticari teamüllere ve hayatın olağan akışına ters düşmektedir.
7. Tarafların dilekçelerinden de anlaşıldığı üzere davalı ile davacı arasındaki ticari ilişkinin aralarındaki adi ortaklığın son bulması sonrasında da devam ettiği hususunda bir ihtilaf bulunmamaktadır. Davalının ortağı olduğu O. Mobilya Tic. San. Ltd. Şti. davacının ortağı olduğu M. AŞ’nin bayii konumunda olup bu şirketten çok sayıda mal satın almış ve bunların bedelini yakın zamana kadar düzenli olarak ödemiştir(15). Son dönemde ise davalının ortağı olduğu O. Mobilya Tic. San. Ltd. Şti. bu borçlarını ödeyememiş ve davacının ortağı olduğu M. AŞ’ nin icra takiplerine maruz kalmıştır.
Davalı, O. Mobilya Tic. San. Ltd. Şti.’nin bu borçlarının davacının kendisine olan 4.800.000 ABD dolarlık borcundan indirileceği hususunda bir mutabakat olduğunu ileri sürmüştür. Davacı ise böyle bir mutabakatın bulunmadığını iddia etmiştir. Dosya içerisinde de böyle bir mutabakatın varlığına dair hiçbir yazılı delil mevcut değildir.
Eğer taraflar arasında davalının iddia ettiği gibi böyle bir mutabakat varsa hayatın doğal akışında O. Mobilya Tic. San. Ltd. Şti’nin davacının ortağı olduğu M. AŞ’ye ödeme yapmak yerine bu mutabakata dayalı iddiasını dile getirmesi gerekirdi. Ya da davacı aleyhine başlattığı icra takibinde bu mutabakata dayalı olarak ve dürüstlük kuralına uygun bir şekilde hareket ederek var olduğunu iddia ettiği 4.800.000 ABD dolarlık alacağından ortağı olduğu O. Mobilya Tic. San. Ltd. Şti’ nin davacının ortağı olduğu M. AŞ’ye olan borcunu düşmesi gerekirdi.
Kanımızca somut uyuşmazlıkta bu iki olasılığın da hiçbir şekilde ortaya çıkmamış olması yine davalı tarafın davacıdan 4.800.000 ABD doları alacaklı olduğu yönündeki iddialarının temelini oluşturan senedin davacının elinden hile ile alındığına dair emareler olarak değerlendirilmelidir.
Kısacası: Yukarıda saydığımız hususlar dava konusu senedin metninin sahteliği konusunda haklı bir kanaatin oluşmasına yetecek derecede hayatın olağan akışına aykırı emare vakıalardır.
E. SONUÇ
Somut olayda, müstafi vergi memuru olan davalının, muhasebe ve vergi işleriyle ilgilenen adi şirket ortağı olarak diğer ortağın elinden boşa imzalı bir kâğıdı, iradesi ve bilgisi dışında hileyle almış olup olmadığının tanık beyanlarıyla ispatının mümkün olduğu tartışmasızdır. Hile yoluyla sahtelik iddiası ve hayatın olağan akışına aykırılık durumunda, senede karşı haksız fiil niteliğindeki vakıa iddialarının her türlü delille ve dolaylı ispat yöntemiyle ispatlanması mümkündür.
Tarafımıza sunulan tüm belge ve bilgiler objektif ve bilimsel bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde, oldukça mütevazı bir malvarlığına ve gelir seviyesine sahip olan davalının davacıya elden 4.800.000 ABD doları borç vermiş olması nedeniyle alacaklı olduğu ya da davalının davacıdan aralarındaki ortaklığın tasfiyesi nedeniyle 4.800.000 ABD doları tutarında bir tasfiye alacağına sahip olduğu ve uyuşmazlığa neden olan senedin bu alacaklara ilişkin olduğu yönündeki iddiaları birbiri ile çelişkili olmalarının yanı sıra hayatın doğal akışına, yaşam tecrübelerine ve fiili karinelere de aykırıdır.
Şayet hile suretiyle sahtelik iddiası konusunda tanık olanların dinlenmesine karar verilmez veya dolaylı ispat yoluyla senedin gerçeği yansıtmayan sahte içerikli bir belge olduğu konusunda emare vakıaların ispatına izin verilmez ise, hile suretiyle haksız fiil iddiasının başkaca delillerle de ispatı mümkün olamayacağından delil ve ispat imkânsızlığı ortaya çıkacaktır ki, bu durum Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi madde 6 ve Anayasa madde 138’de düzenlenen adil yargılanma hakkı ve hukukî dinlenilme hakkına aykırılık teşkil edecektir.
BURSA 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NİN KARARI
(T: 21.11.2013, E: 2012 / 592, K: 2013 / 691)*
“ … Mahkememizce tüm deliller toplanmış, 28/04/2011 tarih 2009/206 Esas 2011/203 Karar sayılı davanın reddine ilişkin hüküm kurulmuştur. Mahkememiz kararı davacı vekilince temyiz edilmiş, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 22/03/2012 tarih 2011/10643 Esas 2012/4818 Karar sayılı ilamı ile bozulmuştur. Bozma ilamına göre “Dava, ihdas sebebi “nakden” kaydını içeren senet nedeniyle borçlu bulunulmadığının tespiti istemine ilişkindir. Davalı, Bursa Cumhuriyet Başsavcılığının 2009/26942 sayılı hazırlık soruşturması sırasında şüpheli sıfatıyla verdiği 15.06.2009 günlü ifadesinde; “Ben şikayetçi H.Ç. ile ortak mobilya ticareti yaptım. Daha sonra işimizi ayırdık. Ortaklığımız sırasında ortak yaptığımız işten elde ettiğimiz gelirden kendisi kişisel olarak yaklaşık 4.800.000 USD para kullandı, ortaklığımızı bitirince kullandığı paradan hisseme düşeni istedim. Bana ödeme yapmayınca suça konu bonoyu verdi, bana olan ödemesini 8 yıl içinde bitirecekti. Bana hiç ödeme yapmayınca ben de bonoyu takibe koydum…” demiştir. Bu durum, senedin ihdas nedeninin talili olup ispat külfeti davalıya geçer. Mahkemece anılan husus gözetilmeden ispat külfetinin tayininde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir.” Davalı vekili süresi içerisinde karar düzeltme talebinde bulunmuş, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 02/10/2012 tarih 2012/10251 Esas 2012/14115 Karar sayılı ilamı ile talep reddedilmiştir. Mahkememizce usul ve yasaya uygun Yargıtay bozma ilamına uyulmasına karar verilmiştir. Yargıtay bozma ilamı gözetilerek davalıdan dosyaya ibraz edilenlerin dışında tüm delilleri ve ticari defterleri istenmiş, bilirkişilerden rapor alınmıştır. Hukukçu A.C. ve Serbest Mali Müşavir A.Ş.K.’nin düzenlediği raporda, 1993-2000 tarihleri arasında faaliyet gösteren Ç. Adi ortaklığının, kârlarının çok düşük rakamlarda kaldığı ve senet bedeli olarak gözüken rakam tutarında bir gelirinin olmadığı, davacı/bono borçlusu H.Ç.’nin adi ortaklığın gelirlerinden 4.800.000 USD kullanmadığı, taraflarca altı imzalanan protokol başlıklı 7 maddeden ibaret el yazısı ile yazılmış, tanzim tarihi taşımamakla birlikte, birkaç maddesinde “06/11/2000 tarihi itibariyle” sözcüklerini taşıyan ve Ç. Adi ortaklının tasfiyesine dair hükümlerini içeren belgede, Altıparmak ve İstanbul yolundaki mağazaların davacıya, Ankara yolundaki mağazanın ise davalıya bırakıldığı ve bu protokolde icra takibine/davaya konu bonodan söz edilmediği, bilanço başlıklı tek sayfadan ibaret el yazısı ile yazılmış belgenin altındaki “F.Ö.’nün şahsi hesabı” başlıklı diğer belgede “H.Ç.’ye borç: 120.000.000”nin yazılı olduğu ve hemen altında “borç vadeleri: 30/11/2000 – 30/08/2001 tarihleri arasında” peş peşe 10 ayrı vade karşılığında 120.000.000’er rakamlarının ayrı ayrı yazıldığı, davalı F.Ö. O. Mobilya Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti. ortağı/şirket müdürü olarak şirket adına, H.Ç.’nin ortağı olduğu M. A.Ş.’ne vermiş olduğu çekleri ödemediğinden, alacaklı M. Anonim Şirketinin, 2008 yılında 8 ayrı icra takibinde bulunduğu, sözü edilen çeklere bağlı anapara alacaklarının ve ferilerinin 440.045,98 TL olduğu ifade edilmiştir. Mahkememizce bozma ilamı ve sonrasında, toplanan tüm deliller birlikte değerlendirilmiş, uyulan bozma ilamı içeriğine göre ispatla yükümlü kılınan davalının, dosyaya sunduğu deliller değerlendirilerek düzenlenmiş kontrole ve denetime elverişli açıklıkta bulunan bilirkişi raporu kabul görmüş, davalı tarafından alacağı yasal delillerle kanıtlanamadığından 05/11/2000 tanzim tarihli 05/11/2008 vade tarihli 4.800.000 USD tutarlı senet dayanak gösterilerek Bursa 9. İcra Müdürlüğü’nün 2009/5492 sayılı dosyası üzerinden başlatılan icra takibi nedeniyle davacının davalıya borçlu olmadığının tespitine, davalının başlattığı icra takibinde kötü niyetli olduğu tespit edilemediğinden, davacının koşulları oluşmayan kötü niyet tazminatı talebinin reddine, davacı her ne kadar maddi ve manevi tazminat talep etmiş ise de uğradığı maddi ve manevi zararların nelerden ibaret olduğunu açıklanmamış olmasına, zarar ile icra takibi arasında ne gibi illiyet bağı bulunduğuna ilişkin dosyaya delil sunulmamış olmasına göre, maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddine karar vermek gerekmiş, aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
Açıklanan nedenlerle,
HÜKÜM:
1- Davanın kabulü ile davacı tarafın davalıya Bursa 9. İcra Müdürlüğünün 2009/5492 Esas sayılı dosyası üzerinden borçlu olmadığının tespitine,
Takibin iptaline,
2- Davacı tarafın kötü niyet tazminatı talebinin koşulları oluşmaması nedeniyle reddine,
3- Davacı tarafın maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddine,
... Dair verilen karar davacı vekilleri ile davalı ve vekillerinin yüzlerine karşı gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde Yargıtay’da temyizi kabil olmak üzere açıkça okunup alenen ve usulen anlatıldı.”