HUKUKÎ MÜTALAA*
A. GİRİŞ
İstanbul Barosu’na kayıtlı Sayın Av. R.Y. şahsıma müracaat ederek Kadıköy 5. Asliye Ticaret Mahkemesi nezdinde E: 2010 / 1093 dosya ile görülmekte olan bir dava hakkında 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu madde 293 çerçevesinde uzman görüşü olarak yargılamayı yapan mahkemeye sunulmak üzere İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Hukuk Ana Bilim Dalı’nda Borçlar Hukuku alanında uzmanlaşmış bir öğretim üyesi sıfatıyla yazılı bir hukukî mütalaa hazırlamamı talep etmiştir.
Sayın Av. R.Y. anılan dava dosyasının bir örneğini tarafıma tevdi etmiştir. Şahsıma tevdi edilen dosyadaki belgeler tamamen objektif ve bilimsel bir bakış açısıyla ele alınmış ve aşağıdaki inceleme ve değerlendirmelere gidilmiştir.
B. İDDİA ve SAVUNMANIN ÖZETİ
I. Davacının Dava Dilekçesindeki İddialarının Özeti
Davacı K. İçecek Gıda Otomotiv Sanayi Ticaret Limited Şirketi (ki bundan böyle bu hukukî mütalaada kısaca “davacı” veya “K. Ltd. Şti.” olarak anılacaktır) 12.05.2010 tarihli 2 sayfadan oluşan dava dilekçesinde özetle şu iddialarda bulunmuştur:
1. Davacı K. Ltd. Şti. ile Davalı X. Gıda Dağıtım ve Pazarlama Ticaret Limited Şirketi (ki bundan böyle bu hukukî mütalaada kısaca “davalı” veya “X. Ltd. Şti.” olarak anılacaktır) arasında 07.03.2006 tarihinde bir bayilik sözleşmesi imzalanmıştır.
Bu sözleşme ile davalı X. Ltd. Şti. davacı K. Ltd. Şti’ye İzmir, Manisa illeri ve Antalya / Manavgat ilçesinin bayiliklerini vermiştir. Daha sonra 07.03.2006’da taraflar arasında bu sözleşmeye ek bir protokol yapılmış, 14.11.2008’de bir bayilik sözleşmesi daha yapılmış ve bayilik süresi 07.03.2009 tarihinden itibaren üç yıl olarak düzenlenmiştir.
2. Bu bayilik sözleşmeleri çerçevesinde davacı 2006 yılından itibaren her yıl bayilik sözleşmesinde belirlenen hedeflere ulaşarak satmış olduğu ürün kadar bedelsiz ürün alma hakkına kavuşmuştur. Ancak davalı bu bedelsiz ürünleri hiçbir zaman gereği gibi göndermemiş sadece 548.762 koli ürün teslim etmiştir.
3. Davalı şirket daha sonra edimlerini yerine getirmemek maksadı ile 18.08.2009 tarihinde Beşiktaş 6. Noterliği aracılığıyla keşide ettiği 32081 yevmiye numaralı ihtarnamesi ile herhangi bir gerekçe göstermeksizin sözleşme ilişkisinin feshini ihbar etmiştir.
4. Davacı, davalının bu beyanını 24.09.2009 tarihinde İzmir 27. Noterliği aracılığı ile keşide ettiği 21698 yevmiye numaralı ihtarnamesi ile cevaplandırmış ve bu cevabi ihtarnamesinde ayrıca uğramış olduğu haksızlığın giderilmesini, bu bağlamda sözleşmeden kaynaklanan bedelsiz ürün (prim) alacağı 93.440 koli ürünün teslimini, eğer bu teslim yapılmayacaksa bu miktardaki ürünün bedelini oluşturan 5.315.801,60 TL’nin ve sözleşmenin ihlali nedeniyle 6.421.898 TL cezai şartın 5 gün içinde ödenmesini talep etmiştir.
Davacı bütün bu iddialarına dayalı olarak 12.05.2010 tarihli dava dilekçesi ile davalı aleyhine dava açmış ve fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak bedelsiz ürün (prim) alacakları için 40.000 TL, cezai şart alacağı için 40.000 TL, yoksun kaldığı kâr için 20.000 TL olmak üzere toplam 100.000 TL alacağının cevabi ihtarnamesinin davalıya tebliğ edildiği tarihten itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte ödenmesini talep etmiştir.
II. Davalının Cevap Dilekçesindeki Savunmalarının Özeti
Davalı X. Ltd. Şti. 25.06.2010 tarihli 24 sayfadan oluşan cevap dilekçesinde özetle şu savunmalarda bulunmuştur:
1. Davacı ile aralarında sadece 07.03.2006 tarihli bayilik sözleşmesi imzalanmıştır. Davacının var olduğunu ve davalıyı bağladığını iddia ettiği 07.07.2006 tarihli ek protokol ve 14.11.2008 tarihli bayilik sözleşmesi sahte sözleşmelerdir.
2. Davacı ile aralarındaki bayilik sözleşmesinin 2008 yılında sınırlandırılmasına karar verilmiş ve bu bağlamda davacının İzmir ili bayiliği karşılıklı uzlaşmayla 31.05.2008 tarihinde sona erdirilmiştir. Bu durum davacı tarafa 24.11.2008 tarihinde Bursa 8. Noterliği aracılığı ile düzenlenen 19696 yevmiye numaralı ihtarname ile bildirilmiştir.
Davacı o tarihlerde ek protokolden ve 14.11.2008 tarihli sözleşmelerin varlığından hiç söz etmemiş ve herhangi bir bedelsiz ürün (prim) alacağı talebinde bulunmamıştır.
3. Esasen davacı ile onun İzmir ili bayiliğinin sona ermesinden 10 gün sonra herhangi bir coğrafi bölge sınırlaması olmaksızın yeni bir sözleşme yapılması da akla ve mantığa aykırıdır.
4. 2009 yılı içinde de davacının diğer il ve ilçelere ilişkin bayilik ilişkisi inceleme altına alınmış bu ilişkinin de sonlandırılmasına karar verilmiş ve bu kararın sonrasında 1.400.206 kutu ürün geri alınmış 23.03.2009 tarihinde davacı tarafa ileri tarihli çekleri ve teminat çekleri imza karşılığında teslim edilmiş ve taraflar arasındaki ticari ilişki bu şekilde nihai bir biçimde tasfiye edilmiştir. Davacıya taraflar arasındaki ticari ilişkinin sona erdirildiği 18.08.2009 tarihinde Beşiktaş 6. Noterliği aracılığı ile düzenlenen 32081 yevmiye numaralı ihtarname bildirilmiştir.
Bu süreçte de davacı 07.07.2006 tarihli ek protokolden ve 14.11.2008 tarihli sözleşmeden hiç söz etmemiştir.
5. Bütün bu olgular aslında bu sözleşmelerin bu tarihlerde mevcut olmadığını ve daha sonraki tarihlerde hukuka aykırı şekilde çıkar sağlamak amacıyla yaratılmış olduklarını göstermektedir. 07.07.2006 tarihli ek protokol ve 14.11.2008 tarihli bayilik sözleşmesi X. Ltd. Şti.’nin geçmişte genel müdürlüğünü yapmış ve hissedarı olmuş A.F.’nin işten ve ortaklıktan (ki gerçekte A.F.’ye ait % 15 ortaklık hisseleri babası O.F.’ye aitmiş gibi gösterilmiştir) ayrılmasından sonraki bir tarihte düzenlenmiştir. Sözleşmelere dayalı taleplerin A.F.’nin işten ayrılmasından sonraki bir tarihte ileri sürülmüş olması da bu iddiaları teyit etmektedir.
6. 07.07.2006 tarihli ek protokoldeki hükümler ve 14.11.2008 tarihli sözleşmedeki hükümler son derece ağır hükümler ve cezai şartlar içermektedir, bu düzenlemeler kendi ticari uygulamalarına aykırıdır, zira bayilerle yapılan sözleşmeler en fazla bir yıl sürelidir, bedelsiz ürün teslimi (prim ödenmesi) konusunda bayilik sözleşmelerinde herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır ve bayilik sözleşmelerinde bayilik veren aleyhine herhangi bir cezai şarta da yer verilmemektedir.
Ayrıca 07.07.2006 tarihli ek protokoldeki ve 14.11.2008 tarihli bayilik sözleşmesindeki düzenlemeler iktisadi ve ticari hayatın olağan akışına da aykırıdır zira her şeyden önce 50.000 adedin üzerinde yapılan satışlarda bayilik alana satılan ürün kadar ürünün bedelsiz olarak teslim edileceğine dair böyle bir düzenleme yapılması için hiçbir sebep yoktur; böyle bir düzenleme ile ürünlerin bedeli yarıya inmektedir, bu durum ürünlerin üçüncü şahıslar tarafından spot piyasadan ucuz fiyattan tedarikine neden olabilecek ve giderek şirketin dağıtım ağının yok olması dahi söz konusu olabilecektir.
7. Yeminli Mali Müşavir N.D. tarafından hazırlanan 15.10.2010 tarihli özel rapor da bu iddiaları teyit etmektedir.
8. 07.07.2006 tarihli ek protokol ve 14.11.2008 tarihli bayilik sözleşmesinin neredeyse aynısı yine A.F.’nin yakın arkadaşlarının ortağı olduğu B. İletişim Sistemleri Ltd. Şti. tarafından da dava konusu yapılmıştır. Hatta B. İletişim Sistemleri Ltd. Şti. ile davacının gönderdiği ihtarnameler bile bire bir aynıdır. Bu olgular da huzurdaki uyuşmazlık konusu sözleşmelerin daha sonradan A.F. tarafından şirketten hukuka aykırı bir biçimde çıkar sağlamak maksadı ile yaratıldığını göstermektedir.
9. Yeminli Mali Müşavir N.D. tarafından hazırlanan 15.10.2010 tarihli özel rapor bu iddiaları da teyit etmektedir.
10. 07.07.2006 tarihli ek protokol ve 14.11.2008 tarihli sözleşme yetkililerce imzalanmamıştır, bu sözleşmelerin herhangi bir bağlayıcılığı bulunmamaktadır ve yok hükmündedirler. Zira A.F.’nin genel müdür olarak çalıştığı dönemde 07.10.2004 tarihinde tescil ve 12.10.2004 tarihli ve 6155 sayılı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nde ilan edilen ortaklar kurulu ve imza sirküleri gereğince dava konusu sözleşmelerin geçerli olması için ortaklar kurulu kararı alınması ve M.F.Y.’nin müşterek imzası ile ya da R.T.’nin münferit imzası ile imzalanması şarttır, ayrıca davacının varlığını iddia ettiği sözleşmenin 25. maddesi de tarafların imza sirkülerinin sözleşmenin ayrılmaz parçası olduğunu belirtmektedir.
11. Dava konusu sözleşmelerin taraflar arasındaki ilişki sona erdikten sonra hukuka aykırı olarak çıkar sağlamak maksadı ile yaratıldığının bir başka delili de taraflar arasındaki mutabakatlardır. Taraflar arasında yapılan düzenli mutabakatların hiçbirinde davacı taraf dava konusu ek protokole ve sözleşmeye dayalı herhangi bir talepte bulunmamıştır. Bütün bu mutabakatlar ticari defter ve kayıtlarda da sabittir.
12. Davacının yanı sıra B. İletişim Sistemleri Ltd. Şti., K. İletişim Pazarlama Ltd. Şti., E. İçecek Gıda Ltd. Şti., K.B. Çocuk Eğitim Vakfı, K.B. Çocuk Eğitim Vakfı İktisadi İşletmesi ile ilgili davalar da uyuşmazlık konusu sözleşmelerin, A.F.’nin şirketten ayrılmasından sonra hukuka aykırı şekilde çıkar sağlamak maksadı ile yaratıldığını teyit etmektedir:
a. B. İletişim Sistemleri Ltd. Şti., Kadıköy 5. Asliye Ticaret Mahkemesi nezdinde E: 2009 / 70 sayılı dosya ile dava açarak yine A.F. tarafından şirketten ayrıldıktan sonra düzenlenen sözleşmelere dayalı olarak huzurdaki davada dile getirilen taleplere paralel taleplerde bulunmuştur. A.F. ve anılan davacı şirket yetkilileri hakkında suç duyurusunda bulunulmuş olup savcılık tarafından bu kişiler aleyhine hizmet nedeniyle emniyeti suistimal şüphesi ile kamu davası açılmıştır.
b. K. İletişim Pazarlama Ltd. Şti., 04.08.2009 tarihinde Ümraniye 1. İcra Müdürlüğü nezdinde E: 2009 / 13941 numaralı dosya ile aleyhe ilamsız icra takibi yapmış, bu dosya çerçevesinde gönderilen ödeme emri A.F. ve takip yapan şirket yetkililerince çalışanlardan A.T., D.K. ve S.K.’ye çaldırılmış ve böylece ödeme emrinin kesinleşmesi sağlanmıştır. Tebligatın çalındığı kamera kayıtları ile sabittir. Bu konu ile ilgili olarak anılan şirket aleyhine Kadıköy 3. Asliye Ticaret Mahkemesi’nde E: 2009 / 925 sayılı dosya ile görülmekte olan bir menfi tespit davası açılmıştır. İlgililer hakkında suç duyurusunda bulunulmuş A.T. ve D.K. aleyhine sulh ceza mahkemesinde ceza davası açılmıştır.
c. E. İçecek Gıda Ltd. Şti. Kadıköy 2. Asliye Ticaret Mahkemesi nezdinde E: 2009 / 110 sayılı dosya ile dava açarak yine A.F. tarafından şirketten ayrıldıktan sonra düzenlenen sözleşmelere dayalı olarak huzurdaki davadaki taleplere paralel taleplerde bulunmuştur.
d. K.B. Çocuk Eğitim Vakfı A.F. tarafından kurulmuş bir vakıftır. A.F. şirketten ayrıldıktan sonra anılan Vakıf, Kadıköy 5. Asliye Ticaret Mahkemesi nezdinde E: 2010 / 144 sayılı dosya ile şirket aleyhine bir alacak davası açmıştır. Davaya dayanak yapılan bağışlama sözleşmesi de sahtedir. Bu bağışlama sözleşmesinde davacı vakıf adına ve şirket adına A.F.’nin imza attığı görülmektedir.
e. K.B. Çocuk Eğitim Vakfı İktisadi İşletmesi anılan vakıf tarafından kurulmuştur. A.F. şirketten ayrıldıktan sonra anılan iktisadi işletme Kadıköy 1. Asliye Ticaret Mahkemesi nezdinde E: 2010 / 181 sayılı dosya ile şirket aleyhine bir alacak davası açmıştır. Davaya dayanak yapılan sözleşmeler de sahtedir. Bu sözleşmelerde davacı adına ve şirket adına A.F.’nin imza attığı görülmektedir.
13. A.F. ve babası O.F.’nin ve davacı K. Ltd. Şti.’nin avukatı aynı kişidir. Anılan şirket ile avukatın adresi aynıdır. B. İletişim Sistemleri Ltd. Şti.’nin avukatı, A.F. ile babası O.F.’nin avukatının faaliyet gösterdiği iş merkezinde faaliyet göstermektedir. K.B. Çocuk Eğitim Vakfı ve Vakıf İktisadi İşletmesi’nin avukatı A.F.’nin avukatı ile birlikte vekâletnameye sahiptir. Bütün bu olgular da davaların A.F.’nin organizasyonu ve talimatı ile açıldığını göstermekte ve A.F.’nin uyuşmazlık konusu sözleşmeleri şirketten ayrıldıktan sonra şirketten hukuka aykırı şekilde çıkar sağlamak maksadı ile yarattığını teyit etmektedir.
14. Bir an için uyuşmazlık konusu sözleşmelerin geçerli olduğu kabul edilecek olursa o zaman da davacının haksız feshe dayalı iddialarının reddi gerekir zira sözleşmenin 18. C maddesi taraflara herhangi bir haklı neden belirtmeksizin 60 gün önceden ihbar etmek kaydıyla sözleşmeyi feshi ihbarla feshetme hakkını tanımaktadır.
III. Davacının Replik Dilekçesindeki İddialarının Özeti
Davacı, 21.07.2010 tarihli 8 sayfadan oluşan replik dilekçesinde özetle şu iddialarda bulunmuştur:
1. Davalı ile 2004 yılı itibarıyla Side – Manavgat bölgelerinde, 20.11.2004 tarihi itibari ile de Manisa – İzmir bölgelerinde çalışmaya başlamıştır. Daha sonra da 07.03.2006 tarihli sözleşme akdedilmiştir. Davalı, şirket yetkilisi E.G.’nin satış tecrübesinden ve başarısından etkilenmiş ve İzmir Bölge bayiliğini şirkete vermiştir. Daha önce başka bayiler aynı bölgede çok düşük satış rakamlarında kalmışken şirket başarılı bir ciro yakalamış ve çalışma süresince davalının Türkiye’deki en yüksek cirosunu gerçekleştirmiştir. Davalı kendisi için hayati önem taşıyan Antalya – Manavgat bölgesini de şirkete vermiş ancak bu bölgede yerini sağlamlaştırmak ve rakiplerinin hâkim olduğu piyasada yer alabilmek adına şirket için bir kota koymayı uygun bulmuştur.
Esasen 07.03.2006 tarihli sözleşmeye eklenen 07.07.2006 tarihli ek protokol davalı tarafça şirketi üstün bir çaba sarf etmeye sevk ederek satışların artmasını sağlamak üzere teşvik amaçlı yapılmıştır. Bu sözleşme davalı tarafın iddiasının aksine onu zor duruma sokacak bir sözleşme değildir.
2. Davalı her ne kadar 07.07.2006 tarihli ek protokol ve 14.11.2008 tarihli sözleşmenin ticari olarak makul ve mantıklı olmadığını ileri sürmekte ise de bu doğru değildir. Bilakis bu sözleşmeler davalıyı ekonomik açıdan zor duruma sokmamıştır. Hâlbuki davalı üçüncü kişilerle kendisini ekonomik açıdan zor duruma sokacak şekilde bağışlama sözleşmeleri yapmaktadır.
3. Davalı bir yandan 07.07.2006 tarihli ek protokolün ve 14.11.2008 tarihli sözleşmelerin geçersizliğini iddia etmiş ancak bir diğer yandan da toplamda 10.567.720,34 TL tutarında bedelsiz mal göndermiştir.
Davalı:
a. 2006 yılı için 68.042 koli bedelli mala karşılık 51.838 koli bedelsiz mal göndermiştir.
b. 2007 yılında 94.322 koli bedelli mala karşılık 51.838 koli bedelsiz mal göndermiştir.
c. 2008 yılında 78.592 koli bedelli mala karşılık 51.838 koli bedelsiz mal göndermiştir.
d. 2009 yılında 324 bedelli mala karşılık 324 koli bedelsiz mal göndermiştir.
Davalının bedelsiz olarak gönderdiği bu mallar karşısında uyuşmazlık konusu sözleşmelerin geçersizliğini iddia etmesi çelişkilidir ve davalının sözleşmelerin geçersizliğine ilişkin savunması kabul edilemez.
4. Davalı uyuşmazlık konusu sözleşmelerin geçersizliğini, tek bir yetkili tarafından imza edildiğini dolayısıyla da şirketi bağlamadığını ileri sürmekte ise de geçerliliğini kabul ettiği 07.03.2006 tarihli sözleşme de tek bir yetkili tarafından imzalanmıştır. O hâlde davalının sözleşmelerin tek imza ile imzalandığı dolayısıyla da geçersiz olduğu yönündeki savunmalarına itibar edilemez. Söz konusu sözleşmelerden doğan borçlar ifa edildikten sonra davalının sözleşmelerin aslında geçersiz olduğu yönünde savunmalarda bulunması kabul edilemez. Davalının savunmaları onun gerçekte bağlı olduğu sözleşmelerdeki edimlerini yerine getirmemek maksadına dayanmaktadır ve bu savunmaların reddi gerekir.
5. Davalı bizzat cevap dilekçesinde kendisinin bayilere teşvik amaçlı bir miktar bedelsiz ürün verme konusunda takdir ve karar yetkisine sahip olduğunu dile getirmiştir; o hâlde bayilere bedelsiz ürün vermeye dair sözleşme hükmünün makul ve mantıklı ve şirketin ticari uygulamaları ile çelişkili olduğunu ileri sürmesi kabul edilemez. Esasen sözleşmelerdeki hükümlerin ticari açıdan mantıklı ve makul olmadığı iddia edilemez zira davalı hiçbir mantıksal açıklaması olmamasına rağmen bazı ticari işletmelere ciddi tutarlarda bağışlarda bulunmaktadır. Bu gibi sözleşmeler incelendiğinde davalının davacı şirket ile yaptığı sözleşmedeki hükümlerin hiç de ağır olmadığı görülecektir.
6. Davalı 14.11.2008 tarihli sözleşmenin sahte olduğunu ileri sürmüştür ama bir yandan da anılan sözleşmenin 7. maddesinde zikredilen 2.000.000 TL bedelli teminat çekini sözleşmenin imzalanmasından hemen sonra 30.12.2008 tarihinde şirketten teslim almıştır. Bizzat davalı cevap dilekçesinde bu teminat çekini sözleşmenin tasfiyesi sırasında 23.03.2009 tarihinde şirkete imza karşılığında teslim ettiğini kabul etmiştir. Teminat çeki ile ilgili düzenleme 2006 tarihli bayilik sözleşmesinde değil bilakis 14.11.2008 tarihli bayilik sözleşmesinde düzenlenmiştir. O hâlde davalının 14.11.2008 tarihli sözleşmenin aslında sahte olduğuna dair beyanları bu sözleşmeden doğan borçların ifası ve bu sözleşmeden doğan borç ilişkisinin tasfiyesi ile ilgili davranışları ve beyanları ile çelişmektedir dolayısıyla davalının sözleşmenin geçersizliği ile ilgili beyanları kabul edilmemelidir.
7. Yeminli Mali Müşavir N.M. tarafından hazırlanan özel rapordaki görüşlerin işbu davanın çözüme kavuşturulmasında hiçbir etkisi yoktur. Yeminli mali müşavirin hukukî bir konuda görüş beyan etmesi de mümkün değildir.
8. Uyuşmazlık konusu sözleşmeler taraflar arasında 6 yıl boyunca uygulanmıştır bu sözleşmelerin anılan süre boyunca ağır hükümler içerdiği hiç dile getirilmemiş olmasına rağmen şu anda bu sözleşmelerin yetkisiz kişilerce imzalandığının ve davalı taraf bakımından ağır hükümler içerdiğinin iddia edilmesi çelişkilidir ve bu savunmalara itibar edilemez.
9. Davalı asıl sözleşmenin feshedildiğini daha sonra yapılan sözleşmelerin ise sahte olduğunu ileri sürmüştür ama bir taraftan da mal sevk etmeye devam etmiştir. Bir yandan arada geçerli bir sözleşmenin bulunmadığının dile getirilmesi bir diğer yandan da geçerli sözleşmenin feshinden sonraki tarihlerde binlerce koli bedelli ve bedelsiz malın sevk edilmesi birbiriyle bağdaşmaz. Davalı 2008 yılında 78.592 koli bedelli mala karşılık 51.838 koli bedelsiz mal göndermiştir. Davalı, sözleşmeyi feshettiğini belirttiği 24.11.2008 tarihli ihtardan sonra dahi mal göndermiştir. Davalı, 2008 yılı Aralık ayında 27.648 koli bedelli mal 24.192 koli bedelsiz mal göndermiştir.
10. Taraflar arasındaki mutabakatlar sadece bedelli mal alımlarını kapsamaktadır, bedelsiz mal teslimlerini yani prim alacaklarını kapsamamaktadır dolayısıyla bu mutabakatlarda prim alacaklarına yer verilmemesinden hareketle prim alacaklarının mevcut olmadığı iddia edilemez.
11. Davalı, 2009 yılı içinde kendisinden defalarca mal teslimi talebinde bulunulmasına özellikle 27.06.2009 tarihli faks mesajı ile 90 tırlık mal teslim edilmesi istenmiş olmasına rağmen hem mal göndermeyerek şirketi oyalamış hem de sözleşmeyi 18/C maddesine dayanarak feshetmiştir. Sözleşmenin feshi herhangi bir haklı nedene dayanmamaktadır. Üstelik davalının sözleşmesini feshederken dayandığı madde davalıya sözleşmeyi tek yanlı olarak feshetme hakkı tanımamakta bilakis sözleşmenin karşılıklı mutabakatla sona ermesini hüküm altına almaktadır.
Davalı tarafça sözleşmenin feshine dayanak olarak gösterilen 18/C maddesi gerek 07.03.2006 tarihli sözleşmede gerekse 14.11.2008 tarihli sözleşmede aynı şekilde düzenlenmiştir.
12. Davalı aleyhine diğer şirketlerin benzeri sözleşmelere dayalı olarak talepte bulunmaları doğaldır. Zira davalı bu şirketlere olan borçlarını da yerine getirmemiş onların sözleşmelerini de feshetmiştir. Dolayısıyla davalının diğer şirketlerin açtığı davaları bir vurgun planı gibi takdim etmesi haklı ve doğru değildir.
13. Davalının, B. İletişim Sistemleri Ltd. Şti., K. İletişim Pazarlama Ltd. Şti., E. İçecek Gıda Ltd. Şti., K.B. Çocuk Eğitim Vakfı ve K.B. Çocuk Eğitim Vakfı İktisadi İşletmesine ilişkin beyanlarının somut uyuşmazlıkla ilgisi bulunmamaktadır.
Taraflar özgürce vekil seçme hakkına sahiptirler, davalı mağdurlarının birbirleri ile fikir alışverişinde bulunmaları doğaldır. Tarafların Türkiye’nin herhangi bir şehrindeki bir avukattan avukatlık hizmeti almak istemeleri mümkündür. Davalı şirketin mağduru olan tarafların birbirlerine yakın yerlerde faaliyette bulunan avukatlardan hizmet almalarına herhangi bir engel yoktur. Dolayısıyla bütün bu olguların bir vurgun planının çeşitli parçaları gibi takdim edilmesi kabul edilemez.
IV. Davalının Düplik Dilekçesindeki Savunmalarının Özeti
Davalı, 22.11.2010 tarihli 17 sayfadan oluşan düplik dilekçesinde özetle şu savunmalarda bulunmuştur:
1. Davacı, taraflar arasındaki sözleşme ilişkisinin 2004 yılında kurulduğunu iddia etmiş ise de bu iddia doğru değildir. Zira davacı şirket 07.03.2006 tarihli sözleşmenin kurulmasından 14 gün önce 20.02.2006 tarihinde kurulmuştur.
2. Davacının Türkiye’deki en yüksek cirolara ulaştığı doğru değildir. Ticari defter ve kayıtları incelendiğinde davacıdan çok daha yüksek cirolara ulaşan bayilerin bulunduğu görülecektir.
3. Davacının bayilik sözleşmesinin yürürlükte olduğu 2006 – 2008 yılları arasında Türkiye’deki satışlar % 69 oranında artış göstermiş, davacının satışları da % 67 oranında artmıştır. Dolayısıyla davacının üstün çabaları ile satışları artırdığı iddiası inandırıcılıktan uzaktır.
4. Davacının iddia ettiğinin aksine ortada teşvik amaçlı imzalanmış bir ek protokol yoktur, dava konusu protokol sahtedir, aksi söz konusu olsa idi o zaman diğer (huzurdaki davada taleplerine itiraz edilen şirketlerin var olduğunu iddia ettikleri sözleşmeler hariç olmak üzere) bayilerle de benzeri sözleşmelerin olması gerekirdi hâlbuki diğer bayilerle teşvik amaçlı olarak yapılmış böyle sözleşmeler bulunmamaktadır.
5. Davacı bazı market, restoran ve barlara bağışlar yapıldığını, bu gibi uygulamaların da ticari açıdan mantıklı ve makul bir tarafının bulunmadığını, dolayısıyla kendisi ile yapılan sözleşmeler için dile getirilen ticari ve mantıklı ve makul olmadığına dair iddianın dinlenmesinin mümkün olmadığını ileri sürmüş ise de ortada davacının iddia ettiği gibi bir bağışlama yoktur.
Bu gibi market, restoran ve barlar için yapılan bir şey varsa o da aynı sektörde faaliyet gösteren birçok şirketin yaptığı gibi bir pazarlama faaliyeti ve stratejisi olarak bu gibi noktalarda yatırım yapılmasından ibarettir. Böylece ürünün tüketici ile doğrudan doğruya buluştuğu bu gibi noktalara yapılan yatırımlarla hem ürün satılmakta hem pazarlama ve markaya ilişkin malzemeler sergilenmek suretiyle ürünlerin tanıtımı yapılmaktadır.
6. Davacının, 07.07.2006 tarihli ek protokol ve 14.11.2008 tarihli sözleşme çerçevesinde bedelsiz mal teslim edildiği dolayısıyla da sözleşmelerin geçersizliğinin iddia edilemeyeceğine dair savunmasına itibar edilemez. Zira davacı tarafa teslim edilen bedelsiz mallar anılan sözleşmeler gereğince değil, diğer tüm bayilere yapıldığı gibi şirketin kendi takdiri ile yapılmıştır.
Ayrıca davacının bu konuda dava dilekçesindeki açıklamaları ile replik dilekçesindeki açıklamaları birbiri ile örtüşmemektedir. Davacı dava dilekçesinde dört yıl içinde toplam 642.202 koli ürün sattığını beyan ederek bedelsiz olarak 548.762 koli ürün teslim aldığını iddia ederken replik dilekçesinde bu kez dört yıl içinde 241.290 koli satış yaptığını iddia ederek birebir oranda bedelsiz ürün aldığını iddia etmiştir.
7. Davacının, 07.03.2006 tarihli sözleşmenin kabul edilip ihtilaflı sözleşmelerin kabul edilmemesinin çelişkili olduğu yönündeki iddiası kabul edilemez. Zira 07.03.2006 tarihli sözleşme standart / tip bayilik sözleşmesi iken 07.07.2006 tarihli ek protokol ve 14.11.2008 tarihli sözleşme bu nitelikte değildir. 07.03.2006 tarihli standart / tip bayilik sözleşmesi (çerçeve sözleşme) imza sirkülerine uygun şekilde yapılmış olup bunun şirket tarafından ayrıca kabulü söz konusu değildir; hâlbuki 07.07.2006 tarihli ek protokol ve 14.11.2008 tarihli sözleşme imza sirkülerine uygun şekilde yapılmamıştır ve şirketin bu sözleşmenin kendisini bağlamadığını iddia etmesi de gayet normaldir.
8. Davacının, şirketin bir yandan prim uygulamalarına riayet etmesinin bir diğer yandan da prim uygulamalarının kaynağını oluşturan sözleşmelerin mevcudiyetini reddetmesinin çelişkili olduğu yönündeki iddiaları kabul edilemez zira şirketin davacıya prim vermesinin nedeni aralarında var olduğu iddia edilen sözleşmeler olmayıp şirketin diğer tüm bayilerine yapmış olduğu uygulamanın bir benzeridir. Esasen şirketin diğer bayileri ile yaptığı sözleşmelerde prime dair herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Hâl böyle olmasına rağmen şirket diğer bayilerine bedelsiz ürün (prim) vermektedir ve şirket bu uygulamasını davacı bakımından da gerçekleştirmiştir.
9. Davacının şirketin kimi market ve restoranlara tek seferde 500.000 Euro tutarında bağışlama yaptığına dair iddiaları kabul edilemez zira bu iddialar gerçek dışıdır; davacı bu hususları ispatlayabilmiş değildir. Ayrıca bu iddianın dava ile ilgisi de bulunmamaktadır. Şirket, ürünlerini pazarlarken diğer ticaret şirketleri gibi bazı pazarlama tekniklerini uygulama yoluna gidebilir.
10. Davacının, şirketin bir yandan uyuşmazlık konusu sözleşmelerin geçersizliğini iddia ederken bir diğer yandan da bu sözleşmeler tasfiye edilirken bu sözleşmelerde zikredilen 2.000.000 TL bedelli çeki iade etmesinin birbiri ile çelişkili olduğu dolayısıyla şirketin bu sözleşmelerin geçersizliğini iddia etmesinin dinlenmemesi gerektiğine dair iddiası kabul edilemez zira davacı ile şirket arasındaki ilişki tasfiye edilirken iade edilen çek bir değil iki adettir biri 400.000 TL diğeri ise 2.000.000 TL bedellidir. Bu durum 23.03.2009 tarihli çek teslim tesellüm tutanağı ile de sabittir. Ayrıca davacının bu teminat çekini şirkete verdiği dönemde ticari defter ve kayıtlarda da sabit olduğu üzere davacının şirkete yüklü miktarda borcu bulunmaktadır.
11. Davacının, yeminli mali müşavirin özel raporunun delil değeri olmadığı yönündeki iddiaları kabul edilemez zira yeminli mali müşavir sözleşmenin mali açıdan ağır şartlar taşıyıp taşımadığı konusunda yani teknik bir konuda görüş belirtmiştir.
12. Davacı, şirketin sözleşmenin feshedildiği 24.11.2008 tarihinden sonra da mal göndermeye devam ettiğini iddia etmiş ise de bu iddia doğru değildir zira 24.11.2008 tarihli ihtarname ile sadece İzmir ile ilgili bayilik ilişkisi sona erdirilmiştir dolayısıyla tasfiye sürecinin başladığı Ocak ayına kadar davacı tarafa mal gönderilmesi gayet doğaldır.
Taraflar arasındaki ilişkinin tasfiyesine 2009 yılının Ocak ayı itibarıyla başlanmış olup Ocak – Şubat – Mart aylarında davacını elindeki stoklar geri alınmış, 23.03.2009 tarihinde ileri tarihli çekleri ve teminat çekleri davacıya iade edilmiş ve 25.03.2009 tarihinde yapılan 130.000 TL tutarındaki ödeme ve 03.04.2009 tarihinde yapılan 127.827,29 TL tutarındaki ödemeyle ilişki tümüyle sona erdirilmiştir.
Ayrıca bu tasfiye sırasında davacı (bedelsiz ürün) prim alacaklarının kaynağını oluşturduğunu iddia ettiği uyuşmazlık konusu sözleşmelerden hiç söz etmemiştir.
13. Davacının taraflar arasındaki mutabakatların bedelsiz ürün (prim) alacaklarını kapsamadığına, mutabakatların sadece dönem içi satışlara ilişkin olduğuna dair iddiası kabul edilemez zira mutabakatlar dönem içinde ve dönem sonlarında düzenli olarak yapılmaktadır ve taraflar arasındaki cari hesap ilişkisinde karşılıklı mutabakatla borç - alacak ilişkileri tümüyle tespit edilmektedir, davacı bu mutabakatlarda dava konusu bedelsiz ürün (prim) alacağının mevcudiyetinden hiç söz etmemiştir.
14. Davacının sözleşmenin haksız olarak feshedildiğine dair iddiası kabul edilemez zira sözleşmesel ilişki tarafların karşılıklı mutabakatı ile sona erdirilmiş ve tasfiye süreci adım adım tamamlanmıştır. Davacının bir taraftan sözleşmenin haksız feshinden söz etmesi bir diğer taraftan da devam etmesini beklediğini iddia ettiği sözleşme ilişkisine rağmen 2009 yılının Ocak ve Mart aylarında 1.400.186 adet ürünü iade etmesi birbiriyle tutarlı olgular değildir.
Yine davacının bir yandan prim alacaklısı iddiası taşırken bir diğer yandan da elindeki ürünleri herhangi bir hak ve alacak iddiasında bulunmaksızın iade etmesi de tutarlı değildir.
15. Davacının sözleşmenin şirket tarafından 18/C maddesi uyarınca feshedildiğine dair iddiası da doğru değildir zira sözleşme karşılıklı mutabakatla sona erdirilmiştir. Esasen şirketin varlığını kabul ettiği sözleşmenin 18/C maddesi de tek taraflı feshe ilişkin olmayıp bilakis karşılıklı mutabakatla feshe ilişkindir.
Davacının var olduğunu iddia ettiği sözleşmenin 18/C madde-sinin 2. fıkrası feshi ihbarla feshe ilişkindir ve davacının iddiasının farazi olarak kabul edilmesi olasılığında dahi sözleşmenin feshi ihbarının haksızlığı iddia edilemez.
C. BEYAN DİLEKÇELERİNİN ve RAPORLARIN ÖZETİ
I. Fer’i Müdahale Dilekçesi ve Özel Teknik Rapor
X GmbH., 07.07.2011 tarihli 19 sayfalık dilekçesi ile davalı yanında feri müdahale talebinde bulunmuştur. Feri müdahil bu dilekçesinde özellikle davalının dava konusu sözleşmelerin A.F.’nin şirketteki görevinden ayrılmasından sonra yaratıldığına ve davacı şirket ile A.F. arasında çeşitli menfaat ve iş ilişkileri olduğuna dair iddialarını teyit edecek tarzda iddialarda ve açıklamalarda bulunmuştur.
Feri müdahil iddialarını ve açıklamalarını Boğaziçi Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Bilgisayar Bölümü öğretim üyesi tarafından hazırlanan 14.06.2011 tarihli 41 sayfadan oluşan rapordaki tespitlere dayandırmıştır.
II. Emsal Bilirkişi Raporu
Davalı, Kadıköy 5. Asliye Ticaret Mahkemesi nezdinde B. İletişim Sistemleri Turizm Tic. İthalat ve İhracat Ltd. Şti ile arasında E: 2009 / 70 sayılı dosya ile görülmekte olan davada biri İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi diğeri yeminli mali müşavir olan iki bilirkişi tarafından hazırlanan 06.12.2011 tarihli 17 sayfadan oluşan bilirkişi raporunu sunmuş ve bu raporda yapılan tespitlerin ve varılan sonuçların huzurdaki davada kendi lehine delil olarak değerlendirilmesi gerektiğini iddia etmiştir. Raporda, bilirkişilerce yapılan tespit ve değerlendirmelerden sonra B. İletişim Sistemleri Turizm Tic. İthalat ve İhracat Ltd. Şti.’nin taleplerinin yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır.
III. Bilirkişi Raporu ve Tarafların İtiraz ve Beyanları
1. Bilirkişi Raporu
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi ile Serbest Muhasebeci Mali Müşavir tarafından hazırlanan 02.04.2012 tarihli 35 sayfadan oluşan bilirkişi raporunda yapılan tespit ve değerlendirmelerden sonra davacı şirketin prim ve cezai şart tazminat alacağına ilişkin taleplerinin yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır.
2. Davacının Bilirkişi Raporuna İtiraz Dilekçesi
Davacı, 22.05.2012 tarihli 6 sayfadan oluşan dilekçesi ile daha önceki dilekçelerindeki iddialarını tekrar ederek bu iddiaların yeterince incelenmediğini ileri sürmüş; bilirkişi raporunda yapılan tespit ve değerlendirmeler ile varılan sonuca itiraz etmiş ve yeni bir bilirkişi incelemesi talebinde bulunmuştur.
3. Davalının, Davacının İtirazlarına Beyan Dilekçesi
Davalı, 24.07.2012 tarihli, 9 sayfadan oluşan davacının itirazlarına beyan dilekçesinde genellikle önceki dilekçelerindeki savunmalarını tekrar etmiş, davacının itirazlarına karşı beyanlarda bulunmuş ve bilirkişi raporu doğrultusunda karar verilmesini istemiştir.
IV. Bilirkişi Raporu, İddianame ve İddianamenin Kabulü
Davalı, 29.09.2011 soruşturma kayıt tarihli dilekçesi ile uyuşmazlık konusu sözleşmelerin A.F. tarafından şirketle iş ilişkisi sona erdikten sonra gerçeğe aykırı olarak eski tarihler atılmak suretiyle oluşturulduğu iddiasıyla A.F. ve K. İçecek Gıda Otom. San. Tic. Ltd. Şti. yetkilileri E.G. ve V.B. hakkında suç duyurusunda bulunmuş, Ümraniye Cumhuriyet Başsavcılığı bu konuda bir bilirkişi incelemesi yaptırmıştır.
Bilirkişi, Serbest Muhasebeci Mali Müşavir tarafından hazırlanan 13.09.2012 tarihli 13 sayfadan oluşan bilirkişi raporunda tespit ve değerlendirmelerden sonra şüpheli A.F. hakkında “… müşteki firma adına, müşteki firmanın haberi olmadan, müşteki firmanın standart / tip sözleşmelerinden farklı olarak şüpheli K. firması ile sözleşme yaptığı ve müşteki firmayı ağır yükümlülük altında bıraktığı kanaatine varılmıştır …” sonucuna erişmiştir.
Ümraniye Cumhuriyet Başsavcılığı yaptığı soruşturma ve bu bilirkişi raporu doğrultusunda 19.09.2012 tarihinde şüpheli A.F. hakkında hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçunu işlediği inancıyla E: 2012 / 6316 sayılı ve 19.09.2012 tarihli iddianameyi tanzim etmiştir. Ümraniye 2. Asliye Ceza Mahkemesi, 25.09.2012 tarihli kararı ile Ümraniye Cumhuriyet Başsavcılığı’nın iddianamesini kabul etmiş ve sanık A.F. ve sanık E.G. hakkında 2012 / 2533 numaralı dosya üzerinden kovuşturmaya başlanmasına karar vermiştir.
V. Bağımsız Denetim Şirketi’nin Özel Raporu
Davalı, … Bağımsız Denetim ve SMMM AŞ’ye müracaat etmiş ve uyuşmazlık konusu sözleşmelerle ilgili bir inceleme yapılmasını talep etmiş, anılan şirket davalının talebi üzerine hazırladığı 1 Ekim 2012 tarihli raporda 2006, 2007 ve 2008 yıllarında yaptıkları denetimin amacının şirketin taraf olduğu sözleşmeleri incelemek ve bunlar üzerinde bir rapor vermek olmadığını, bununla birlikte ticari alacaklar, satışlar, müşteriyle ilişkili iskonto tahakkukları gibi belirli bazı hesapların denetiminde hesap bakiyeleri hakkında kanaate varmak amacıyla diğer destekleyici muhasebe belgelerinin yanı sıra örnekleme metoduyla seçilen müşteri sözleşmelerini de incelediklerini, ancak bu çerçevede 2006, 2007 ve 2008 yıllarıyla ilgili çalışma kâğıtları üzerine yaptıkları incelemelerde uyuşmazlık konusu sözleşmelerin kendilerine sunulduğuna dair herhangi bir kayda rastlamadıklarını açıklamıştır.
VI. Hukukî Mütalaalar
1. 13.11.2012 Tarihli Hukukî Mütalaa
Davacının talebi üzerine … Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medenî Usul ve İcra İflas Hukuku Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. … ve … Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ticaret Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı Yrd. Doç. Dr. … tarafından hazırlanan 13.11.2012 tarihli 13 sayfadan oluşan hukukî mütalaada temelde davacının alacak istemlerinin dayandırıldığı sözleşmelerin geçerli oldukları sonucuna varılmıştır.
2. 20.11.2012 Tarihli Hukukî Mütalaa
Davacının talebi üzerine … Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ticaret Hukuku Ana Bilim Dalı emekli öğretim üyesi Prof. Dr. … tarafından hazırlanan 20.11.2012 tarihli 12 sayfadan oluşan hukukî mütalaada temelde uyuşmazlık konusu sözleşmelerin geçerli oldukları ve davacının cezai şartın tenkisini isteyemeyeceği ve cezai şartın ifaya eklenen nitelikte bir cezai şart olduğu sonucuna varılmıştır.
D. İNCELENMESİ GEREKEN HUKUKÎ SORUNLAR
Davalı X. Gıda Dağıtım ve Pazarlama Ticaret Limited Şirketi vekili Sayın Av. R.Y. şahsıma yaptığı müracaatta hukukî mütalaada aşağıdaki soruların yanıtlanmasını talep etmiştir:
1. Uyuşmazlık konusu sözleşmeler şirket yetkilileri tarafından imza sirkülerine uygun bir biçimde yapılmış mıdır? Bu konuda davacının talebi üzerine hazırlanan hukukî mütalaalarda yapılan tespitler hakkında ne düşünüyorsunuz?
2. Sözleşmelerin yetkisiz temsilci eliyle yapıldığı kabul edilecek olursa davalı şirketin uygulamaları ile bu sözleşmelere icazet verdiği iddia edilebilir mi? Bu konuda davacının talebi üzerine hazırlanan 13.11.2012 tarihli hukukî mütalaada yapılan tespitler hakkında ne düşünüyorsunuz?
3. Davalının sözleşmelerin daha sonradan yaratıldığına dair iddialarını ispatlayıp ispatlayamadığı hususundaki düşüncenizi açıklar mısınız?
E. İNCELEME ve DEĞERLENDİRME
1. Uyuşmazlık konusu sözleşmeler şirket yetkilileri tarafından imza sirkülerine uygun bir biçimde yapılmış mıdır? Bu konuda davacının talebi üzerine hazırlanan hukukî mütalaalarda yapılan tespitler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Uyuşmazlık konusu sözleşmeler sadece A.F. tarafından imzalanmıştır. Hâlbuki davalı X. Ltd. Şti’nin imza sirkülerine bakıldığında şirketin belirli nitelikleri taşıyan sözleşmelerinin geçerli olması için A.F.’nin tek başına imza atması yeterli değildir.
Davalı X. Ltd. Şti’nin ne şekilde temsil edileceği dosya içindeki 02.04.2012 tarihli bilirkişi raporunda da belirtildiği üzere Ortaklar Kurulu’nun 05.10.2004 tarihli kararı ile belirlenmiştir. Ortaklar Kurulu’nun bu kararına göre:
“ … Şirketin mevzuu ve maksadına giren her türlü konuda işlem başına 20.000 Euro karşılığı Türk Lirasına kadar olan işlemlerde A.F. ve M.F.Y’nin her biri şirket kaşesi altına atacakları münferit imzaları ile şirketi temsil ve ilzama yetkili oldukları,
Şirketin mevzuu ve maksadına giren her türlü konuda işlem başına 20.000 Euro karşılığı Türk Lirası üzerindeki işlemlerde A.F. ve M.F.Y.’nin şirket kaşesi altına atacakları müşterek imzaları ile şirketi temsil ve ilzama yetkili oldukları,
Aşağıda sayılmış olan işlemler için A.F. ve M.F.Y.’nin şirket kaşesi altına atacakları müşterek imzaları ile R.T. ise şirket kaşesi altına atacağı münferit imzası ve bu hususta alınacak ortaklar kurulu kararı ile şirketi temsil ve ilzama yetkili oldukları,
- Her birinin bedeli yıllık 70.000 Euro’yu aşan danışmanlık veya diğer anlaşmalar,
- Bedeli yıllık 70.000 Euro’yu aşan ve aynı şirket ile yapılmış olan anlaşmaların … ”
Ayrıca, 02.04.2012 tarihli bilirkişi raporunda da belirtildiği üzere davalı X. Ltd. Şti.’nin bu ortaklar kurulu kararı Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi’nin 12.10.2004 tarihli ve 6155 sayılı nüshasının 445 - 446 sayfalarında yayınlanmıştır.
Uyuşmazlık konusu 07.07.2006 tarihli Ek Protokol ile 14.11.2008 tarihli Bayilik Sözleşmesi incelendiğinde bu sözleşmelerin ortaklar kurulu kararındaki ifadesi ile “bedeli yıllık 70.000 Euro’yu aşan ve aynı şirketle yapılmış olan anlaşmalar” olarak nitelendirilmeleri gerektiği dolayısıyla da davalı X. Ltd. Şti. bakımından bağlayıcı olması için tek imza ile imzalanmasının yeterli olmadığı görülmektedir.
Hemen belirtmek gerekir ki, somut uyuşmazlığa uygulanması gereken 6762 sayılı eski Türk Ticaret Kanunu’nun 542. maddesinin 1. fıkrası limited şirketlerin ne şekilde temsil edileceğini düzenlemiştir. Anılan hükme göre:
“Müdürlerin haiz oldukları temsil salahiyetinin şümul ve tahdidi hakkında, anonim şirketin idare meclisine dair olan 321 nci madde hükmü tatbik olunur.”
Hükmün atıf yaptığı eski Türk Ticaret Kanunu’nun 321. maddesinin 2. fıkrası ise şu şekilde kaleme alınmıştır:
“Temsil salahiyetinin tahdidi, hüsnüniyet sahibi üçüncü şahıslara karşı hüküm ifade etmez. Ancak temsil salahiyetinin sadece merkezin veya bir şubenin işlerine hasrolunduğuna veya müştereken kullanılmasına dair tescil ve ilan edilen tahditler muteberdir.”
Görüldüğü üzere eski TTK.m.542/f.1’in yaptığı gönderme uyarınca uygulanması gereken eski TTK.m.321/f.2 temsil salahiyetinin ancak iki şekilde sınırlanabileceğini kabul etmiştir. Bunun dışında kalan sınırlamaların mesela somut uyuşmazlıktaki gibi bir miktar itibari ile sınırlamanın üçüncü bir kişiye karşı hüküm ifade edebilmesi için üçüncü kişinin bu sınırlamayı bilmesi gerekmektedir.
Nitekim sayın Prof. Dr. … tarafından hazırlanan 20.11.2012 tarihli hukukî mütalaada bu hükme dayanılarak somut olayda davalı X. Ltd. Şti.’nin temsili için getirilen miktar itibarıyla sınırlamanın iyiniyetli üçüncü kişi konumundaki davacıya karşı ileri sürülemeyeceği belirtilmiştir. Anılan hukukî mütalaada böyle bir sınırlamanın üçüncü kişiye karşı ileri sürülebilmesi için üçüncü kişinin bu sınırlama hakkında “müspet vukufunun” şart olduğu ileri sürülmüştür.
Gerçekten de bu hukukî mütalaada önce sayın Prof. Dr. Ersin Çamoğlu’nun, Ortaklıklar ve Kooperatif Hukuku isimli eserinin 541. kenar numaralı paragrafında yaptığı şu açıklamalara yer verilmiştir(1):
“ … Temsil yetkisine sahip yönetim kurulu üyeleri işletme konusu içine giren bütün işlemleri yapmaya yetkilidir. Öz veya miktar yönünden yapılan sınırlamalar geçerli değildir. Örneğin üyelerden (A)’nın ancak 100.000.- TL’ye kadar işlemlerde yetkili olduğu, (B)’nin yalnız satış sözleşmeleri akdedebileceği şartı konulamaz. Bu tür sınırlamalar tescil ve ilan edilse dahi, sicilin olumlu fonksiyonundan (TK.m.39/f.1) yararlanılamaz. … ”
Hukukî mütalaada Prof. Dr. Ersin Çamoğlu’nun bu açıklamalarının verilmesinin ardından şu tespite gidilmiştir:
“ … Görüldüğü gibi TK sisteminde temsil yetkisinin herhangi bir şekilde, TL veya döviz temelinde sınırlandırılmasına izin verilmemiştir. Böyle bir sınırlama olsa ve sınırlama tescil ve ilan edilse bile iyi niyetli üçüncü kişilere karşı ileri sürülemez. Söz konusu sınırlamanın üçüncü kişilere ileri sürülebilmesi için, üçüncü kişinin sınırlama ile ilgili müspet vukufunun bulunması gerekir. … ”
Kanımızca bu noktada davacının geçerli olduğunu davalının ise kendisini bağlamadığını iddia ettiği sözleşmenin “Ekler” kenar başlığını taşıyan 25. maddesini göz önünde bulundurmak gerekir. Anılan hüküm şu şekilde kaleme alınmıştır:
“Aşağıda imzası olan şahısların, ilgili oldukları gerçek veya tüzel kişileri temsil ve ilzama yetkili olduklarını gösteren şirket karar defterinin ilgili bölümü, ticaret sicil gazetesinin onaylı fotokopisi ve imza sirküleri bu Sözleşme’nin ayrılmaz parçalarıdır.”
Kanımızca, taraflar arasındaki sözleşmenin 25. maddesi, sözleşmenin taraflarının ne şekilde temsil ve ilzam edileceğine ilişkin ortaklar kurulu kararının, bu kararın yayınlandığı ticaret sicili gazetesinin onaylı fotokopisinin ve bu karara dayanılarak yaratılan imza sirkülerinin sözleşmenin ayrılmaz parçası olduğunu dolayısı ile de davacının davalı şirketin temsiline ilişkin sınırlamayı bu belgelere dayanarak bildiğini bir diğer söyleyişle bu konudaki sınırlamaya “müspet vukufunu” göstermektedir.
Prof. Dr. Ersin Çamoğlu da, Ortaklıklar ve Kooperatif Hukuku isimli eserinde 538 numaralı paragrafta aynen şu açıklamalarda bulunmuştur(2):
“ … Bir işlem sırasında sirkülerin ibrazı şirket adına imza edenlerin yetkilerini kanıtlamalarına yarar. Bunun gibi, sirkülerin şirketin yakın iş ilişkisinde bulunduğu kişi ve kuruluşların bilgilerine ulaştırılması da yapılan düzenlemeler ve sınırlamalar hakkında muhatapların TK.321/2 anlamında müsbet vukuf sağlamaları sonucu doğurur. … ”
Prof. Dr. Ersin Çamoğlu eserinin 542. paragrafında da aynen şu açıklamalarda bulunmuştur(3):
“ … TK 321/2’de öngörülen hüsnüniyet kavramı, MK 3’deki tanıma nazaran daha dar yorumlanmalıdır. … Türk doktrini TK 321/2’deki bilme kavramını “müsbet vukuf” terimi ile ifade etmektedir. Uygulamada şirketler “müsbet vukufu” imza sirkülerini karşı tarafın bilgisine ulaştırmak suretiyle sağlamaktadırlar. … ”
Yine Gönen Eriş de bu konuda aynen şu açıklamalarda bulunmuştur(4):
“ … Uygulamada, müşterek temsil yönünden, bazı rakamsal belirlemeler yapılarak, temsil hususu düzenlenmekte ve tescil ile ilan edilmektedir. Kanımızca, bu düzenlemenin bağlayıcılığı yönünden bir duraksama söz konusudur. Bir örnek vermek gerekirse, 10 milyar TL kadar işlemler için iki yönetim kuruluna veya 10 milyardan sonra da, yönetim kurulu başkanı ve bir üyenin imzası gerektiği öngörülmektedir. Bu hususun tescil ve ilanı yapılsa bile, geçerli olduğunu kabul etmek güçtür. Ancak, bu yetkilendirme, hukuki işlem yapılırken, karşı tarafa duyurulmuş, yani onun öğrenmesi sağlanmış ise ve diğer bir söyleyişle, ispat edilmiş bu temsil yasaya uygun bir hale dönüşür. … ”
Dolayısıyla, bizzat davacının var olduğunu ve geçerli olduğunu iddia ettiği uyuşmazlık konusu sözleşmenin 25. maddesinde davalı şirketin temsil ve ilzamına ilişkin ortaklar kurulu kararını gösteren şirket karar defterinin ilgili bölümünün, ticaret sicili gazetesinin onaylı fotokopisinin ve imza sirkülerinin sözleşmenin ayrılmaz parçası olduğu belirtildiğine göre artık davalı tarafın, kendisinin temsiline ilişkin olarak miktar itibari ile var olan sınırlamayı davacı tarafa bildirdiğini ve davacının söz konusu sınırlamayı bildiğini, iyiniyet iddiasında bulunamayacağını bir diğer söyleyişle davacının miktar itibarı ile getirilen bu sınırlamaya müspet vukufunun bulunduğunun kabulü gerekir.
Bu durum karşısında uyuşmazlık konusu sözleşmelerin davalıyı bağlamadığı ve geçersiz olduğu sonucuna varılması kaçınılmazdır.
Bu açıklamalar ışığında ayrıca belirtmek gerekir ki, 13.11.2012 tarihli hukukî mütalaada sözleşmenin 25. maddesindeki bu düzenlemenin uyuşmazlığın çözümünde herhangi bir değerinin olamayacağı zira “ … sözleşme ekinde bu belgelerin suretlerinin yer aldığına dair bir kayıt veya şerh bulunmamaktadır …” açıklamasına yer verilmiştir.
Bu tespite katılmamız mümkün değildir. Bir sözleşme metninde taraflar bir takım belgelerin sözleşmenin ayrılmaz parçası veya eki olduğunu belirtiyorlarsa bu belgelerin sözleşmenin ayrılmaz parçası veya eki olduğunu kabul etmek için sözleşme metninde tekrar ikinci bir kayda veya şerhe ihtiyaç bulunmamalıdır. Nitekim Yargıtay da konuya ilişkin kararlarında, taraflar sözleşmenin belirli bir maddesinde bir belgenin sözleşmenin eki olduğunu belirtiyorlarsa bu belgenin sözleşmenin eki sayılabilmesi için sözleşme üzerinde başkaca bir açıklama veya sair bir şerhe ihtiyaç duymamaktadır(5).
Esasen davacı bu belgelerin kendisine verilmediğini iddia ediyorsa onun bu iddiasını hiç değilse dolaylı olarak ispat etmesi gerekir. Hâlbuki dosyada bu iddiaya dair herhangi bir açıklama bulunmadığı gibi bu iddianın dolaylı olarak ispatına yarayabilecek herhangi bir delil de bulunmamaktadır.
2. Sözleşmelerin yetkisiz temsilci eliyle yapıldığı kabul edilecek olursa davalı şirketin uygulamaları ile bu sözleşmelere icazet verdiği iddia edilebilir mi? Bu konuda davacının talebi üzerine hazırlanan 13.11.2012 tarihli hukukî mütalaada yapılan tespitler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yetkisiz temsilcinin işlemine sözde temsil olunanın daha sonradan açıkça veya örtülü olarak icazet vermesi yetkisiz temsilcinin yaptığı işlemi baştan itibaren geçerli hâle getirir. Bu konuda herhangi bir tereddüt yoktur.
Gerçekten de doktrinde isabetle belirtildiği üzere yetkisiz temsilcinin yaptığı hukukî işleme onay verilmesi herhangi bir geçerlilik şekline tabi değildir. Bu nedenle yetkisiz temsilcinin işlemine onay, açık irade beyanı ile gerçekleştirilebileceği gibi örtülü irade açıklamaları ile de yani iradeyi gösteren davranışlarla ya da irade faaliyeti ile de gerçekleştirilebilir. İrade faaliyeti özellikle ifa etkinlikleri şeklinde olabilir. Buna, sözde temsil olunanın, yetkisiz temsilci olarak hareket eden kişinin onun ad ve hesabına yaptığı sözleşmeye uyması, kendi edimlerini yerine getirmesi örnek verilebilir.
Somut uyuşmazlığa bu açıdan bakıldığında davalının uyuşmazlık konusu sözleşmelere açıkça icazet vermediği ortadadır. Zira dosyada davalının, yetkisiz temsilci eliyle yapıldığı iddia edilen uyuşmazlık konusu sözleşmelere daha sonradan açıkça icazet verdiğine dair herhangi bir irade açıklaması yoktur. O hâlde geriye sadece davalının uyuşmazlık konusu sözleşmelere zımni yani örtülü olarak irade faaliyetleri ile icazet verip vermediği meselesi kalmaktadır. İrade faaliyetinden kastımız sözde temsil olunanın yetkisiz temsilcinin yaptığı sözleşmedeki borçları ifa etmesi, Yargıtay’ın ifadesi ile sözde temsil olunanın yetkisiz temsilcinin yaptığı sözleşmeyi benimsemesidir.
Nitekim davacı da esasen uyuşmazlık konusu sözleşmelerin yapılmasında A.F.’nin tek başına temsil yetkisine sahip olmadığı varsayımında dahi davalının bu sözleşmelere uyduğunu, bu sözleşmelerden kaynaklanan bedelsiz ürün verme (prim) borçlarını kısmen dahi olsa ifa ettiğini bir diğer söyleyişle bu sözleşmeleri benimseyerek bu sözleşmelere onay (icazet) verdiğini iddia etmektedir. Davalı ise bu iddiaları reddetmekte ve bedelsiz ürün verme eyleminin uyuşmazlık konusu sözleşmelerle herhangi bir ilgisinin bulunmadığını bedelsiz ürün tesliminin tümüyle kendi pazarlama ve ticari uygulamalarına uygun bir biçimde kendi takdirine göre gerçekleştirdiğini iddia etmektedir.
Esasen davacının, davalının kendisine bedelsiz ürün (prim) vererek sözleşmeye icazet verdiğine dair iddialarını ispatlaması gerekir. Nitekim Yargıtay 11. Hukuk Dairesi de T: 23.11.2004, E: 2004 / 1953, K: 2004 / 11442 sayılı kararında bu konuda aynen şu açıklamalarda bulunmuştur(6):
“ … Limited şirketlerde müdürlerin yetkisi, TTK.nun 542 nci maddesi yollaması ile aynı Kanun’un 321 nci maddesi ile belirlenmiştir. Buna göre, "temsile selahiyetli olanlar(ın) şirketin maksat ve mevzuuna dahil her nevi işleri ve hukuki muameleleri şirket adına yapmak ve şirket adını kullanmak hakkını haiz oldukları" öngörülmüştür. … mahkemece temsilci olmayan bir kişinin vekaletsiz tasarrufta bulunarak şirketi borçlandırmış olup olmadığının ve şirketin bu kişi tarafından yapılan işlemi benimseyip benimsemediğinin, daha açık bir deyişle, yapılan işleme onay verip vermediğinin araştırılması için şirket kayıt ve defterleri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak … sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı olduğu şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir. … ”
Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin T: 18.05.1989, E: 1402, K: 3539 sayılı kararında da icazetle ilgili olarak aynen şu açıklamalara yer verilmiştir(7):
“ … Davacı satım sözleşmesine dayanmıştır. … Davacının dayandığı 21.12.1987 tarihli belgede davalının imzası yoktur. Davalının temsilcisi sıfatıyla bu belgede A.B. adında bir kişinin imzası bulunmakta ise de, bu kişinin davalıyı temsile yetkili olduğuna ilişkin yazılı bir belge mevcut değildir.
… Öte yandan BK ’nun 38. maddesine göre "bir kimse salâhiyeti olmadığı hâlde diğer bir şahıs namına bir akit yaptığı takdirde, bu şahıs bu akde icazet vermedikçe alacaklı veya borçlu olamaz". … A.B.’nin yaptığı işleme davalının açık bir icazeti de kanıtlanmamıştır.
Ancak … A.B.’nin davacıdan satın aldığı pamuğu davalıya teslim ettiği, davalının pamuğu aldığı ticarî defter kayıtları ile tespit edilirse, bu davranışı ve eylemi ile davalının komisyoncunun davacı ile yaptığı işleme dolaylı olarak icazet verdiği varsayılabilir. Bunun için de bilirkişi aracılığıyla davalının ticarî defter ve belgeleri incelenerek söz konusu pamuğun komisyoncu tarafından davalıya intikal ettirilip ettirilmediğinin saptanması gerekir. …”
Kanımızca davacı iddialarını ispat edememiştir. Gerçekten de davalının davacıya bedelsiz ürün (prim) verirken uyuşmazlık konusu sözleşmelerden doğan borçlarını kısmen dahi olsa ifa etmek maksadıyla hareket ettiğine dair dosyada hiçbir delil yoktur. Bilakis dosyadaki iki bilirkişi raporuna göre de davalının ticari defterlerinin açılış ve kapanış tasdikleri yapılmıştır ve ticari defterleri davalı lehine delil olarak kullanılabilecek durumdadır. Davalının savunmaları ticari defterleri ile örtüşmektedir. Hâlbuki bilirkişi raporlarındaki tespitlere göre davacının ticari defterlerinin kapanış tasdikleri yapılmamıştır ve bu defterlerin davacı lehine delil olması mümkün değildir. Ayrıca davacı, davalının bedelsiz ürünler (prim) verirken uyuşmazlık konusu sözleşmelerden doğan borçlarını ifa ettiğini gösteren herhangi başkaca bir delil de ibraz edememiştir.
Gerçekten de bilirkişi raporlarındaki tespitlere göre dosyada davalının davacıya teslim ettiği bedelsiz ürünler nedeniyle uyuşmazlık konusu sözleşmelere onay vermiş sayılması gerektiğine dair hiçbir delile rastlanmamıştır.
Bu açıklamalar ışığında ayrıca belirtmek gerekir ki 13.11.2012 tarihli hukukî mütalaada yapılan “somut uyuşmazlıkta örtülü olarak temsil yetkisi verilmiş kabul edilmelidir” yönündeki tespite ve bu tespite ilişkin olarak yapılan açıklamalara katılmamız mümkün değildir. Mütalaayı hazırlayan öğretim üyeleri tarafından somut olayda örtülü olarak temsil yetkisinin verildiğinin şartlarının gerçekleştiği yönündeki tespite ilişkin açıklamalar şu şekildedir:
“ … Yargıtay da bir örnek kararında hak ve nesafet ilkesi çerçevesinde, sözleşmeyi belirli süre ifa eden davalının sözleşmeyi benimsediğinin kabulü gerektiğini belirtmiş ve temsil şartları dışına çıkılarak tek imza ile düzenlenen sözleşmenin kendilerini bağlamadığının ileri sürülmesinin MK.m.2’de yer alan dürüstlük kuralı ile bağdaşmadığını, davaya konu sözleşme sebebiyle davalı tarafa husumet düştüğünü, davanın esasına girilmesi gerektiğini belirtmiştir. … ”
Hâlbuki yukarıda da belirttiğimiz üzere somut uyuşmazlıkta davalının davacı tarafa bedelsiz ürün teslim ederken huzurdaki davada kendisini bağlamadığını beyan ettiği sözleşmeden doğan borçlarını ifa etmek maksadıyla hareket ettiğine dair hiçbir delil yoktur. Davacı bu iddiasını ispatlayamamakta bilakis davalı bu sözleşmenin neden kendisini bağlayamayacağını ispatlamaktadır.
3. Davalının sözleşmelerin daha sonradan yaratıldığına dair iddialarını ispatlayıp ispatlayamadığı hususundaki düşüncenizi açıklar mısınız?
Somut uyuşmazlıkta davalı, savunma olarak uyuşmazlık konusu sözleşmeleri A.F.’nin işten ve ortaklıktan ayrıldıktan sonra kendisinden hukuka aykırı bir şekilde çıkar sağlamak maksadı ile meydana getirdiğini ileri sürmüştür. Davalının bu iddiasını ispat külfetini yerine getirip getirmediğini tespit etmeden önce şu temel açıklamaların yapılması gerekir. Bilindiği üzere hukuk sistemimizdeki ispat faaliyetinin içeriği bakımından ispat doğrudan ispat – dolaylı ispat olmak üzere ikiye ayrılır. Bu kavramlar üzerine doktrinde Pekcanıtez / Atalay / Özekes tarafından aynen şu açıklamalar yapılmıştır(8):
“… İspat, doğrudan iddia olunan vakıaya ilişkin (onun varlığını gösterici) deliller aracılığı ile yapılırsa, buna “doğrudan ispat” denir. …
İddia edilen vakıayı doğrudan yansıtan ve kendisinden vakıanın oluşu hakkında doğrudan kanaat edinilebilecek delilerle değil; emare teşkil eden diğer komşu vakıaların varlığına dayanarak çekişmeli vaka hakkında hâkim tarafından (delillerin değerlendirilmesiyle) bir sonuca varılması yoluyla ispata çalışmak ise “dolaylı ispat” olarak adlandırılır. Bu ispat türüne genel olarak “emare ispatı” da denir. …
Emare ispatı bir dolaylı ispat olduğundan, komşu vakıaların ispatı ile asıl vakıalar hakkında hâkimde bir kanaat oluşturulmaya çalışılır. … Emare ispatında, komşu vakıalardan, hayat tecrübesi ve onlarla bağlantılı mantık kuralları çerçevesinde somut vakıa hakkında bir sonuç çıkarılmaya çalışılır. … ”
Somut uyuşmazlığa bu bilgiler ışığında bakıldığında davalının uyuşmazlık konusu sözleşmelerin A.F. şirketten ayrıldıktan sonra yaratıldığı yönündeki iddialarını doğrudan doğruya ispat edemeyip bu vakıayı dolaylı olarak ispat etmeye çalıştığı görülmektedir. Davalının asıl vakıayı dolaylı olarak ispatlamak amacıyla ispatladığı komşu vakıalar şunlardır:
1. Davacının geçerli olduğunu iddia ettiği sözleşmeler davalının diğer bayilik sözleşmelerinden oldukça farklı ve davalı aleyhine ağır hükümler içermektedir.
Hâlbuki taraflar arasındaki bayilik ilişkisi dikkate alındığında sözleşmenin güçlü tarafını oluşturan bayilik verenin kendisine, diğer bayilik alanlarla yaptığı sözleşmeler ile karşılaştırıldığında (a) sözleşme süresi, (b) bedelsiz ürün (prim) verme yükümlülüğü ve (c) cezai şart bakımından ağır yükümlülükler getiren bir sözleşme imzalaması genel hayat tecrübesi içinde hiç de rastlanır bir durum değildir.
2. Dosyadaki bilirkişi raporlarına göre davalının ticari defterleri olması gereken şekilde tutulmuş ve onun lehine delil olabilecek niteliktedir, hâlbuki davacının ticari defterleri olması gereken şekilde tutulmamıştır ve onun lehine delil olamayacaktır.
3. Taraflar arasında yapılan karşılıklı mutabakatlarda davacı hiçbir zaman uyuşmazlık konusu sözleşmelerden doğan alacağını dile getirmemiş, talep etmemiştir.
4. Taraflar arasındaki sözleşme ilişkisi tasfiye edilirken davacı uyuşmazlık konusu sözleşmelerden doğan alacağını dile getirmemiş, talep etmemiştir.
5. 02.04.2012 tarihli bilirkişi raporunda “taraf defterleri kapanış tarihleri itibariyle mutabık olup herhangi bir borç alacak kaydına rastlanmamıştır” değerlendirilmesi yapılmıştır.
6. Ümraniye Cumhuriyet Başsavcılığı’na sunulan 13.09.2012 tarihli bilirkişi raporunda aynen şu sonuca varılmıştır:
“ … Müşteki firma ile Şüpheli firma arasında düzenli cari hesap mutabakatların(ın) yapıldığı ve ilgili tarihlerde mutabık kalındığı, iki firma arasında cari hesaptan farklı olarak sadece 31.12.2006 itibarı ile “tanıtım amaçlı ürün alacağı” konulu ayrıca mutabakatın yapıldığı görülmektedir. İki firma arasında karşılıklı olarak 24.03.2009 tarihinde çek ve ürün iadeleri yapılarak bakiyelerini kapattıkları ve mutabakat düzenleyerek mutabık kaldıkları görülmüştür. Fakat bu tarihte, 31.12.2006 tarihinde yapılan ürün alacağı mutabakatı v.b. gibi, herhangi bir prim alacağı / borcu konusunda bir mutabakat yapılmadığı tespit edilmiştir. Dolayısı ile Şüpheli firmanın prim alacağı olması durumunda tıpkı 31.12.2006 yılında yaptığı gibi hesabın ve ticari ilişkinin kapatıldığı tarihte (31.03.2009) prim alacağı konusunda mutabakat yapmadığı görülmektedir. … Alacağı olan firmanın 24.03.2009 tarihinde elindeki ürünleri iade ederek hesabı kapatması ve mutabakat imzalaması ve alacağını yaklaşık 6 ay sonra istemesi ticari hayatla bağdaşmamaktadır. … ”
Davalının uyuşmazlık konusu sözleşmelerin A.F.’nin şirketteki görevinden ayrıldıktan sonra yaratıldığı yönündeki vakıayı ispatlamak için ortaya koyduğu komşu vakıalar bir bütün olarak değerlendirildiğinde davalının temel savunmasının ispatlandığı sonucuna varılmasının mümkün olduğu kanaatine erişilmiştir.
F. SONUÇ
Yukarıda arz ve izah edilen gerekçeler ışığında:
1. Uyuşmazlık konusu sözleşmelerin yetkisiz temsilci eliyle gerçekleştirildiği ve davalı şirketi bağlamadığı,
2. Davalı şirketin yetkisiz temsilci eliyle gerçekleştirilen sözleşmelere icazet verdiğinin kabul edilemeyeceği,
3. Davalının uyuşmazlık konusu sözleşmelerin A.F.’nin şirketle olan tüm ilişkisinin sona ermesinden sonra oluşturduğu yönündeki temel savunmasını bu hususa ilişkin komşu vakıaları ispat ederek dolaylı olarak ispatladığı sonucuna varılmıştır.
İSTANBUL 15. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ’NİN KARARI
(T: 01.10.2013, E: 2013 / 49, K: 2013 / 357)
“ … Taraflar arasında yapılmış 07/03/2006 tarihli ilk sözleşme bayilik sözleşmesidir. Davalıya ek bir külfet getirmeyen, davacıya teslim ettiği ürünün bedelini belli bir kâr payı karşılığında almayı öngören sözleşme olup; ticari hayatta bir ürün alana bir ürünün de bedelsiz olarak verilmesi şeklinde davalı satıcıyı zarara uğratacak şekilde hükümler içeren ek protokol ve 2008 tarihli sözleşmenin hayatın olağan akışına uygun olmadığı da kabul edilmelidir. Böyle bir anlaşma yapılacaksa bunun 07/03/2006 tarihli ilk sözleşmeye konulması daha uygun olacaktır. Davalı şirketin dolaylı yoldan %15 ortağı olan ve aynı zamanda genel müdürlük görevini yapan A.F.’nin davalı satıcı şirketi milyonlarca lira yük altına sokacak davacı şirket ve davalı adına A.F. imzalı ek protokol ve 14/11/2008 tarihli bayilik sözleşmesi ile davalının sorumlu tutulamayacağı ve bu ek protokol ile 2008 tarihli bayilik sözleşmesinin davalı X.’i bağlamayacağı sonucuna varılmıştır. Kaldı ki davaya esas teşkil eden ek protokol ve 2008 tarihli bayilik sözleşmesinin taraflar arasındaki yazılı mutabakatlara da aykırı olduğu, taraflar arasındaki 31/03/2006 - 05/01/2009 arası mutabakatlarda ek protokol ve 2008 tarihli sözleşmede belirtilen prim verilmesini zorunlu kılacak hiçbir veri olmadığı, sözleşme ilişkisinin başlangıcında var olmayan bu tür düzenlemenin sözleşmeden 4 ay sonra yapılan ek protokol ile ve 2008 tarihli ayrı bir sözleşme ile düzenlenmesinin ise hayatın olağan akışına uygun olmayacağı, kaldı ki 2009 yılı başında tarafların sözleşmeyi karşılıklı mutabakatla sonlandırdıkları, 2009 yılı başlarında şirketteki hissesini devrederek genel müdürlük görevinden ayrılan A.F.’nin davacı ile harici anlaşarak geriye tarihli olarak ek protokol ve 2008 tarihli sözleşme yapıldığına ilişkin davalı savunmaları, dava dosyası bir bütün halinde değerlendirildiğinde samimi ve yerinde görülmüş, davacının yukarıdan beri açıklanan iddiaları kanıtlanamamış ve sübut bulmamış olmakla davanın reddine karar verilmesi gerekmiş aşağıdaki hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda belirtildiği üzere;
1- KANITLANAMAYAN DAVANIN REDDİNE,
(…) karar verildi.”
YARGITAY 19. HUKUK DAİRESİ’NİN KARARI
(T: 20.01.2015, E: 2014 / 8845, K: 2015 / 600)
“ … Ümraniye Asliye Ceza Mahkemesinin 2012/2533 E. Sayılı dosyasında, davalı X. Gıda Dağıtım ve Pazarlama Tic. Ltd. Şti.’nin şikâyeti üzerine, müşteki şirketin sözleşmelerini imzalayan yetkilisi A.F. ile davacı şirketin yetkilisi E.G. hakkında dava konusu uyuşmazlığın kaynağını oluşturan taraflar arasında imzalanmış sözleşmelerden dolayı hizmet nedeniyle görevi kötüye kullanma suçundan ceza davası açıldığı dosya içeriğinden anlaşılmaktadır. Bu durumda ceza mahkemesinin mahkûmiyet kararının Borçlar Kanununun 53.maddesi (TBK m.74) uyarınca hukuk hâkimini bağlayacağı gözetilerek, söz konusu ceza davasının sonucunun Hukuk Muhakemeleri Kanununun m.165/1 hükmü uyarınca bekletici mesele yapılması gerekir. Bu yön gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. … hükmün davacı yararına BOZULMASINA, … oybirliğiyle karar verildi.”