10. ANONİM ŞİRKET PAYININ DEVRİ

• Anonim Şirkette Pay Sahipliği ve Payın Devri • Anonim Şirkette Pay Sahipliği Sıfatının Yitirilmesi • Dava Şartı • Taraf Sıfatı • Hukukî Yarar • İspat Yükü

HUKUKÎ MÜTALAA*

A. GİRİŞ

1. İstanbul Barosu mensubu Sayın Av. A. I., tarafıma müracaat ederek müvekkilleri F. İnşaat Yatırım İç ve Dış Ticaret Ltd. Şti. (F. Ltd. Şti.) ile S. O. arasında … Asliye Ticaret Mahkemesi nezdinde E: 2017 / 174 sayılı dosya üzerinden görülmekte olan bir hukukî uyuşmazlık bulunduğunu dile getirmiş ve bu uyuşmazlık hakkında yazılı olarak bir hukukî mütalaa hazırlamamı talep etmiştir.

2. Sayın Av. A. I. şahsıma müracaatında söz konusu uyuşmazlıkla ilgili dava dosyasının bir örneğini tarafıma tevdi etmiştir. Dosya içindeki tüm belgeler tamamen objektif bir bakış açısıyla incelenmiş ve aşağıdaki bilimsel değerlendirmelere gidilmiştir.

 

B. İDDİA ve SAVUNMANIN ÖZETİ

I. Davacının Dava Dilekçesindeki İddialarının Özeti

3. Davacı S. O. vekili, 24.03.2017 tarihli dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin A. Lojistik Hizmetleri Tic. San. AŞ (A. AŞ)’nin ortaklarından olduğunu, şirket malvarlığının tamamının herhangi bir genel kurul kararı olmaksızın satıldığını, satış işleminin iptalinin gerektiğini, zira önemli miktarda şirket malvarlığının toptan satışının şirket genel kurulunun devredilemez ve vazgeçilemez yetkilerinden olduğunu, A. AŞ’nin malvarlığının tamamının satıldığını, şirket tarafından kesilen 16389 sayılı fatura ile davalı F. Ltd. Şti.’ye fatura edildiğini, dolayısıyla söz konusu fatura içeriği olan su deposu, isale hattı ve su şişeleme tesisi satışlarının da yoklukla sakat olduğunu, satış bedeli olarak satış senedinde çok daha düşük bir bedel gösterilerek muvazaanın ortaya konulduğunu, genel kurul kararının yokluğu nazara alınarak bu satışın iptalinin gerektiğini iddia etmiştir.

4. Davacı vekili yukarıdaki iddialarına dayalı olarak, … ili, … İlçesi, … Mah. … Pafta, 152 Ada, 4 Parselde yer alan taşınmazın tapusunun iptali ile A. AŞ adına tesciline, 16389 nolu fatura ile toptan satışı yapılan 240 ton su deposunun, 2100 metre isale hattının, 1.377 metrekare su şişeleme tesisi satışının yok hükmünde olduğunun tespitine karar verilmesini talep etmiştir.

 

II. Davalının Cevap Dilekçesindeki İddialarının Özeti

5. Davalı F. Ltd. Şti. vekili, 18.05.2017 tarihli cevap dilekçesinde özetle, müvekkilinin 05.06.2015 tarihinde usulüne uygun bir biçimde dava konusu taşınmazı iktisap etmiş ve ödemesini gerçekleştirdiğini, anonim şirketlerde şirket taşınmazının münferiden satılmasına yetkili organın yönetim kurulu olduğunu, dava konusu edilen işlemin tarafı olmayan davacı S. O.’nun davada taraf ehliyetinin bulunmadığını, bu nedenle davanın husumetten reddine karar verilmesi gerektiğini, davacının münferiden dava açma hakkının söz konusu olmadığını, davacının satışın şirketin önemli miktarda malvarlığına yönelik toptan satış olduğunu ispat edemediğini, dava konusu taşınmazın satış işleminin genel kurulun bir iradesi olduğunu ve satışın sıhhatinde herhangi bir eksikliğin söz konusu olmadığını, davacının da imzasının yer aldığı 03.09.2014 tarihli bir kararın bulunduğunu ve bu kararın genel kurul iradesini yansıtan bir karar olduğunu, anılan kararın dava konusu taşınmazın devrine yönelik bir karar olduğunu, davacı S. O.’nun hem dava konusu taşınmazın satılmasından hem de bu hususta K. Ö.’nün yetkilendirilmesinden bizzat haberdar olduğunu, bu yönde iradesini ortaya koyduğunu, işbu dava bakımından kötüniyetli olduğunu iddia etmiştir.

6. Davalı vekili yukarıdaki iddialarına dayalı olarak, davacı tarafın davayı açmak bakımından taraf ehliyeti olmadığı için davanın husumet nedeniyle usulden reddine, davanın hukuki dayanağı olmadığı için de esastan reddine karar verilmesini talep etmiştir.

 

III. Davacının Cevaba Cevap Dilekçesindeki İddialarının Özeti

7. Davacı S. O. vekili, 08.06.2017 tarihli cevaba cevap dilekçesinde özetle, yokluk ve butlan hâllerinde tüm ilgililerin herhangi bir süreye tabi olmaksızın yokluk veya butlanın tespiti davası açabileceklerini, şirket ortağı olan müvekkilinin davayı açmaya ehil olduğunu, müvekkilinin bu hakkını kullanmasının TMK m. 2 anlamında kısıtlanamayacağını, zira yokluk iddiasında hukukî alanda hiçbir netice doğmadığını bu nedenle ne dürüstlük kuralı ne de başkaca ilkenin yokluk iddiasını bağlamadığını, yoklukla butlanı ayıran hususlardan birinin butlanın dürüstlük kuralına aykırı olarak ileri sürülememesi olduğunu, yokluğun ileri sürülmesinde ise dürüstlük kuralının herhangi bir rol oynamadığını, davalı tarafın 03.09.2014 tarihli bir yönetim kurulu kararını ileri sürdüğünü, anılan kararın satış tarihinden 1 yıl önce alındığını ve başka bir şirkete yapılması planlanan satışa yönelik olduğunu, söz konusu imzanın yönetim kurulu kararına atıldığını dolayısıyla mevcut bir genel kurul kararı olmadığından yokluk hâlinin devam ettiğini, anılan yönetim kurulu kararının şirkete ait fabrikanın satışının görüşüleceği bir genel kurul toplaması için K. Ö.’ye yetki vermekten ibaret olduğunu, kısacası bir satış iradesi ya da bu anlamda yorumlanabilecek bir kararın söz konusu olmadığını iddia etmiştir.

8. Davacı vekili yukarıdaki iddialarına dayalı olarak davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.

 

IV. Davalının İkinci Cevap Dilekçesindeki İddialarının Özeti

9. Davalı F. Ltd. Şti. vekili, 28.06.2017 tarihli ikinci cevap dilekçesinde özetle, anonim şirketlerde şirket taşınmazının münferiden satılmasına karar verecek yetkili organın yönetim kurulu olduğunu, davacının münferiden dava açma hakkının bulunmadığını, müvekkili F. Ltd. Şti.’nin dava konusu taşınmazın ücretini ödeyerek taşınmazı iktisap ettiğini, daha önce ifade edilmiş genel kurula atıf kararı uyarınca tasfiye hâlinde olan şirketin ve hâliyle genel kurulun iradesinin bu yönde olduğunu bilerek taşınmazı basiretli bir tacir gibi satın aldığını, bir işlemin yoklukla sakat olması için o işlemin şekil şartlarında öngörülen birtakım kurucu unsurlarında eksikliğin söz konusu olması gerektiğini, davacı tarafın işlemin yok hükmünde olduğuna ilişkin iddiasının kabul edilemez nitelikte olduğunu, dava konusu işlem bakımından satışı yapan ve satın alan kişilerin resmi senede imza atarak hukukî sonuç doğurma noktasında şeklen geçerli ve kurucu nitelikteki iradelerinin bulunduğunun sabit olduğunu, şu hâlde taşınmaz satış işleminin usulüne göre ve yetkili temsilciler tarafından yapılmış ve kurucu şekil bakımından hukukî olarak sonuç doğurduğunu, yönetim kurulu kararı ve genel kurul kararı altında imzası bulunan davacının bu davayı açmakta iyiniyetli olmadığını iddia etmiştir.

10. Davalı vekili yukarıdaki iddialarına dayalı olarak, davacı tarafın davayı açmak bakımından taraf ehliyeti olmadığından davanın husumet nedeniyle usulden reddine, davanın hukukî dayanağı olmadığından bahisle esastan reddine karar verilmesini talep etmiştir.

 

V. Davacının 25.08.2017 Tarihli Dilekçesindeki İddialarının Özeti

11. Davacı vekili, 25.08.2017 tarihli beyan dilekçesinde özetle, hiçbir genel kurul kararı mevcut olmamasına rağmen davalı tarafın devamlı olarak bir genel kurul kararından (kimi zaman genel kurula atıf kararı gibi hukuken anlamsız bir ifadeyle) bahsetmesinin gerçeğe aykırı olduğunu, satım sözleşmesinin kurucu unsurlarından birinin satıcının usulüne uygun irade beyanı olduğunu, tam bu noktada A. AŞ’nin iradesinin bulunmadığını, zira A. AŞ’nin temel çalışma konusu ve tek faaliyet alanını teşkil eden fabrika binası ve sair satışı yapılmaya çalışılan diğer malların ancak genel kurulun iradesiyle satılabileceğini iddia etmiş ve davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.

 

VI. Davalının 19.09.2017 Tarihli Dilekçesindeki İddialarının Özeti

12. Davalı vekili, 19.09.2017 tarihli beyan dilekçesinde özetle, davacı S. O.’nun satış ve yetki konusundaki karara iradesini tamamen gösterir şekilde, ihtirazi kayıtta da bulunmaksızın imza attığını, dava konusu satış işleminin genel kurulun iradesine uygun olduğunu, davanın Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda dava şartları bölümünde düzenlenen ehliyet şartına aykırı olduğunu, ehliyet şartının bulunmaması nedeniyle davanın reddedilmesi gerektiğini iddia etmiş ve davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

 

VII. Davalının 26.09.2017 Tarihli Dilekçesindeki İddialarının Özeti

13. Davalı vekili, 26.09.2017 tarihli beyan dilekçesinde önceki iddialarına ek olarak davacı tarafından atılan imzaların ve alınan kararların süreli nitelikte olmadığını, bu kararların davacının ve diğer ilgililerin iradesini gösterdiğini iddia etmiştir.

 

VIII. Davalının 21.03.2018 Tarihli Dilekçesindeki İddialarının Özeti

14. Davalı vekili, 21.03.2018 tarihli beyan dilekçesinde önceki iddialarına ek olarak, davacı S. O.’nun, A. AŞ ortağı olmadığını, zira davacının, A. AŞ’deki tüm hisselerini, 06.03.2014 tarihli genel kurulun oybirliğiyle onayladığı 7 numaralı kararı uyarınca devrederek A. AŞ’den ayrıldığını ve bu durumun da bizzat davacı tarafından imzalanan tutanakta açıkça belirtildiğini, oybirliğiyle alınan bu kararın Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi’nin 26.12.2014 tarih ve 8274 sayılı nüshasında …. sayfada ilan olunduğunu, ortaklığını ispatlayamayan davacının davasının reddi gerektiğini, davacının 06.03.2014 tarihinden sonra A. AŞ hissesi aldığına ve yeniden ortak olduğuna dair bir genel kurul onay kararı bulunmadığını iddia etmiştir.

 

IX. Davacının 24.09.2018 Tarihli Dilekçesindeki İddialarının Özeti

15. Davacı vekili, 24.09.2018 tarihli beyan dilekçesinde önceki iddialarına ek olarak, müvekkilinin A. AŞ’de pay sahibi olarak aktif husumet ehliyetine sahip olduğunu, nitekim Ticaret Sicil Müdürlüğünden celbedilen 20.07.2018 tarihli müzekkere cevabına göre müvekkilinin 16.06.2013 tarihinden bu yana A. AŞ’nin ortağı olduğunu, 06.03.2014 tarihli genel kurula davacı müvekkilinin katılmadığını, söz konusu kararın sehven işlenmiş bir karar olduğunu, hisse devrinin ancak noterlikçe onaylı yazılı hisse devri sözleşmesinin şirkete bildirilmesi ve bu durumun pay defterine işlenmesiyle mümkün olacağını, somut olayda ise ne noterlikçe onaylı bir yazılı hisse devri sözleşmesi, ne hisse devrinin onaylanması için bir başvuru, ne de pay defterine işlenmiş bir devrin bulunduğunu, bu durumda müvekkilinin ortak olmadığını iddia etmenin mümkün olmadığını iddia etmiştir.

 

X. Davalının 04.10.2018 Tarihli Dilekçesindeki İddialarının Özeti

16. Davalı vekili, 04.10.2018 tarihli beyan dilekçesinde önceki iddialarına ek olarak, A. AŞ’nin bir anonim şirket olduğunu, davacı tarafın pay devrine ilişkin TTK’nın limited şirket hükümlerine dayandığını, bu maddelerin uygulanamayacağını, TTK m. 490 hükmü uyarınca kanunda veya esas sözleşmede aksi öngörülmedikçe, nama yazılı payların, herhangi bir sınırlandırmaya bağlı olmaksızın devredilebileceğini, davacı S. O.’nun ortaklıktan ayrılma durumunu resmen ispatlayan 06.03.2014 tarihli şirketin en üst organı olan genel kurul evrakını davacının bizzat imzaladığını iddia etmiştir.

 

XI. İhbar Olunan A. AŞ’nin 26.09.2018 Tarihli Dilekçesindeki İddialarının Özeti

17. İhbar olunan A. AŞ adına yönetim kurulu başkanı K. Ö., 26.09.2018 tarihli dilekçesinde özetle, davacının A. AŞ ortağı olduğunu, satış yapılırken hiçbir genel kurul kararı alınmadığını, yönetim kurulu başkanı olarak yalnızca kendisinin imzası ile satış yapıldığını, davalı F. Ltd. Şti.’nin satış kapsamında bir ödeme yapmadığını, A. AŞ’nin şirket defterlerine bakıldığında da ödeme yapılmadığının görülebileceğini ifade etmiş ve davanın kabulünü talep etmiştir.

 

C. İNCELENMESİ GEREKEN HUKUKÎ SORUNLAR

18. Taraflar arasındaki uyuşmazlıkta davacı esasen, A. AŞ’nin ortaklarından olduğunu, şirket malvarlığının tamamının herhangi bir genel kurul kararı olmaksızın satıldığını, satış işleminin iptalinin gerektiğini, zira önemli miktarda şirket malvarlığının toptan satışının şirket genel kurulunun devredilemez ve vazgeçilemez yetkilerinden olduğunu, genel kurul kararının yokluğu nazara alınarak bu satışın iptalinin gerektiğini, şirket ortağı olarak davayı açmaya ehil olduğunu, bu hakkını kullanmasının TMK m. 2 anlamında kısıtlanamayacağını, zira yokluk iddiasında hukukî alanda hiçbir netice doğmadığını bu nedenle ne dürüstlük kuralı ne de başkaca bir ilkenin yokluk iddiasının ileri sürülmesini engelleyemeyeceğini iddia etmiştir. Davalı ise, dava konusu edilen işlemin tarafı olmayan davacının davada taraf ehliyetinin bulunmadığını, bu nedenle davanın husumetten reddine karar verilmesi gerektiğini, yönetim kurulu kararı ve genel kurul kararı altında imzası bulunan davacının bu davayı açmakta iyiniyetli olmadığını, dava konusu satış işleminin genel kurulun iradesine uygun olduğunu, davanın Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda dava şartları bölümünde düzenlenen ehliyet şartına aykırı olduğunu, davacı S. O.’nun, A. AŞ ortağı olmadığını, zira davacının A. AŞ’deki tüm hisselerini 06.03.2014 tarihli genel kurulun oybirliğiyle onayladığı 7 numaralı kararı uyarınca devrederek A. AŞ’den ayrıldığını ve bu durumun da bizzat davacı tarafından imzalanan tutanakta açıkça belirtildiğini, oybirliğiyle alınan bu kararın Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi’nin 26.12.2014 tarih ve 8274 sayılı nüshasında …. sayfada ilan olunduğunu, ortaklığını ispatlayamayan davacının davasının reddi gerektiğini, davacının 06.03.2014 tarihinden sonra A. AŞ hissesi aldığına ve yeniden ortak olduğuna dair bir genel kurul onay kararı bulunmadığını iddia etmiştir. O hâlde taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözüme kavuşturulabilmesi için aşağıdaki soruların cevaplandırılması gerekmektedir. Şöyle ki;

1. Anonim şirkette pay ne anlama gelmektedir?
2. Anonim şirkette pay sahibi kimdir ve pay sahibi sıfatı nasıl yitirilir?
3. Anonim şirkette pay devri nasıl gerçekleşir?
4. Davacı, anonim şirket ortağı sıfatına sahip midir?
5. Türk Ticaret Kanunu’nun limited şirketlere ilişkin pay devri hakkındaki hükümleri anonim şirketlere uygulanabilir mi?
6. Dava şartı, taraf sıfatı ve hukukî yarar ne anlama gelmektedir?
7. Davacının işbu davada taraf sıfatı ve dava açmakta hukukî menfaati var mıdır?
8. İhbar olunan A. AŞ’nin 26.09.2018 tarihli dilekçesindeki beyanı nasıl değerlendirilmelidir?
9. Uyuşmazlık konusu satış işleminin 6102 sayılı TTK’nın 408. maddesi kapsamına girip girmediğinin belirlenmesinde ispat yükü kime aittir?

 

D. İNCELEME ve DEĞERLENDİRME

1. Anonim şirkette pay ne anlama gelmektedir?

19. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda payın doğrudan tanımına yer verilmemiştir. Bununla birlikte, TTK’nın 329. maddesinde anonim şirketin tanımı yapılmıştır.

20. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun “A) Genel Hükümler”, “I - Tanım” kenar başlıklı 329. maddesinin 1. fıkrası aynen şu şekildedir:

“Anonim şirket, sermayesi belirli ve paylara bölünmüş olan, borçlarından dolayı yalnız malvarlığıyla sorumlu bulunan şirkettir.”

21. Anılan hükme göre anonim şirket, sermayesi paylara bölünmüş olan şirkettir. Dolayısıyla anonim şirkette pay, esas sermayenin belirli sayıda birim değere bölünmüş bir parçası olarak tanımlanabilir.

22. Doktrinde Sevi, pay kavramını aynen şu şekilde tanımlamıştır(1) :

“... TTK m. 329’dan da anlaşılacağı üzere, pay esas sermayenin belirli sayıda birim değere bölünmüş olan bir parçasını ifade eder. …”

23. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 484. maddesinin 1. fıkrası, pay senetlerinin hamiline veya nama yazılı olarak düzenlenebileceğini ifade etmektedir. Zira anılan hüküm aynen şu şekilde kaleme alınmıştır:

“Pay senetleri, hamiline veya nama yazılı olur.”

24. Doktrinde Sevi’ye göre de(2) :

“... TTK m. 484 hükmü uyarınca, anonim şirketler tarafından çıkarılacak olan pay senetleri, hamiline ya da nama yazılı olacaktır. …”

 

2. Anonim şirkette pay sahibi kimdir ve pay sahibi sıfatı nasıl yitirilir?

25. Anonim şirkette pay sahibi olabilmek için, hamiline veya nama yazılı olarak düzenlenen pay senetlerine malik olmak gerekmektedir.

26. Nitekim doktrinde Poroy / Tekinalp / Çamoğlu’na göre(3) :

“... Pay sahibi payın veya pay senedinin malikine … denir. …”

27. Poroy / Tekinalp / Çamoğlu pay sahipliğinin yitirilmesi ile ilgili olarak da aynen şu açıklamalarda bulunmuştur(4) :

“... PAY SAHİPLİĞİNİN YİTİRİLMESİ … Pay sahipliği: 1) Payın devri …” (ile) “… yitirilir. …”

28. Bu nedenle, anonim şirkette pay sahibi, maliki olduğu payı devretmesi durumunda pay sahipliği sıfatını yitirmiş olacaktır. Kişi, pay sahipliği sıfatını yitirdiğinde artık şirket ortağı olmayacaktır. Dolayısıyla pay sahibi olmasından kaynaklanan haklarını kullanması da artık mümkün değildir.

29. Poroy / Tekinalp / Çamoğlu’na göre de(5) :

“... Pay sahibi sıfatının yitirilmesi paya bağlı hakların yitirilmesi sonucunu doğurur. …”

 

3. Anonim şirkette pay devri nasıl gerçekleşir?

30. Pay sahibinin payını devretmesi neticesinde pay sahipliğinin yitirilmesi söz konusu olacaktır. Bu nedenle anonim şirkette pay devrinin nasıl gerçekleşeceğinin ve pay devrine yönelik bir sınırlama olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.

31. 6102 sayılı TTK’nın “B) Hamiline yazılı pay senetlerinin devri” kenar başlıklı 489. maddesi aynen şu şekilde kaleme alınmıştır:

“Hamiline yazılı pay senetlerinin devri, şirket ve üçüncü kişiler hakkında, ancak zilyetliğin geçirilmesiyle hüküm ifade eder.”

32. TTK’nın “C) Nama yazılı payların ve pay senetlerinin devrinde ilke” kenar başlıklı 490. maddesi ise şu şekildedir:

“Kanunda veya esas sözleşmede aksi öngörülmedikçe, nama yazılı paylar, herhangi bir sınırlandırmaya bağlı olmaksızın devredilebilirler.

 Hukukî işlemle devir, ciro edilmiş nama yazılı pay senedinin zilyetliğinin devralana geçirilmesiyle yapılabilir.”

33. Doktrinde Şener de hamiline ve nama yazılı pay senetlerinin devrini şu şekilde açıklamıştır(6) :

“... TTK 489’a göre, hamiline yazılı pay senetlerinin devri, ortaklık ve üçüncü kişiler bakımından ancak zilyetliğin geçirilmesiyle hüküm ifade eder.

 Buna karşılık nama yazılı hisse senetlerinin devri bakımından TTK 490’da başka bir düzenleme getirilmiştir. Buna göre, kanunda veya ana sözleşmede aksi öngörülmemişse, nama yazılı paylar, herhangi bir sınırlamaya tabi olmaksızın devredilebilirler. Aynı düzenlemenin II. fıkrasına göre, hukukî işlemle devir, ciro edilmiş nama yazılı pay senedinin zilyetliğinin devralana geçirilmesiyle yapılabilir. …”

34. Doktrinde Seviye göre de(7) :

“... Hamiline yazılı senetler, metninden veya şeklinden, hamili kim ise o kimsenin hak sahibi sayılacağı anlaşılan kıymetli evraklardır(8) . Pay senedinin devri ortaklığa herhangi bir ihbarda bulunmaksızın, senet zilyetliğinin devri ile yapılır.

 

 Kanunen emre yazılı kıymetli evrak sayılan nama yazılı pay senedinin devri, TTK m. 490 f. 2’nin açık hükmü doğrultusunda ciro ve zilyetliğin geçirilmesi suretiyle gerçekleşir. …”

35. Görüldüğü üzere, anonim şirkette payın devredilebilmesi için; hamiline yazılı pay senetlerinde zilyetliğin geçirilmesi, nama yazılı pay senetlerinde ise kural olarak ciro ve zilyetliğin devri yeterlidir. Bir diğer söyleyişle pay senedinin devrinde noter onayı veya genel kurulun izin veya icazeti aranmamaktadır.

36. Bununla birlikte, nama yazılı pay senetlerinin devrine bir istisna getirilmiş ve kanun veya esas sözleşme ile nama yazılı pay senetlerinin devrine sınırlama getirilebileceği hüküm altına alınmıştır. Hükmün bu düzenlemesi karşısında pay senetlerinin devrinde serbestliğin esas alındığını ve sınırlamanın istisna olduğunu ifade etmek gerekir.

37. Nitekim doktrinde Seviye göre(9) :

“... Anonim ortaklığın belki de en önemli özelliği, temel kavramını teşkil eden payın serbestçe devredilebilir olmasıdır. Payın devredilebilirliği ilkesini; payın devrinin herhangi bir ortaklık organının veya pay sahiplerinin iznine veya onayına tabi kılınmamış olması şeklinde ifade edebilmemiz mümkündür. …”

 

4. Davacı, anonim şirket ortağı sıfatına sahip midir?

38. Yukarıdaki açıklamalar ışığında davacı S. O.’nun, A. AŞ’nin ortağı olduğunu söylemek mümkün değildir. Zira davacı, A. AŞ’deki tüm hisselerini devrederek A. AŞ’den ayrılmıştır. A. AŞ’nin 06.03.2014 tarihli genel kurulunun 7 numaralı kararı aynen şu şekildedir:

“... Hisse devirleri ve sermaye paylarının görüşülmesine geçildi. Hisse devirleri tutanak ekindeki şeklinde S. O., F. I. ve İ. Ö. kendilerine ait hisselerini devrederek şirketten ayrılmışlardır ve bu durum oy birliği ile kabul edildi …”

39. Bu genel kurul kararına göre davacı, hisselerini devrederek şirketten ayrılmıştır. Oybirliğiyle alınan bu genel kurul kararı, Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi’nin 26.12.2014 tarih ve 8274 sayılı nüshasının …. sayfasında ilan edilmiştir. A. AŞ ile ilgili olarak 26.12.2014 tarihinden sonraki döneme ait başkaca bir ilan da dosyada mevcut değildir.

40. Gerçekten de … Ticaret Sicil Müdürlüğünden celbedilen 20.07.2018 tarihli müzekkere cevabında, davacı S. O.’nun son olarak 06.03.2014 tarihli genel kurula göre şirkette ortak sıfatına sahip olduğu belirtilmektedir. Yazının ekinde Ticaret Sicil Gazetesi’nin en son tarihli olarak 26.12.2014 tarih ve 8274 sayılı nüshasına yer verilmiştir. Bu nüshanın …. sayfasında, davacı S. O.’nun yukarıda anılan genel kurul kararı çerçevesinde A. AŞ’deki hisselerini devrederek şirketten ayrıldığı, dolayısıyla da anılan şirketteki ortak sıfatının sona erdiği görülmektedir.

41. Ayrıca belirtmek gerekir ki, davacı S. O. da dosyaya A. AŞ’de şirket ortağı olduğunu ispatlamaya yarayacak herhangi bir belge sunmamıştır.

42. Bu nedenle davacının A. AŞ’de şirket ortağı olmadığının kabulü gerekmektedir.

 

5. Türk Ticaret Kanunu’nun limited şirketlere ilişkin pay devri hakkındaki hükümleri anonim şirketlere uygulanabilir mi?

43. Davacı vekili 24.09.2018 tarihli beyan dilekçesinde hisse devrinin ancak noterlikçe onaylı yazılı hisse devri sözleşmesinin şirkete bildirilmesi ve bu durumun pay defterine işlenmesiyle mümkün olacağını, somut olayda ise ne noterlikçe onaylı bir yazılı hisse devri sözleşmesi, ne hisse devrinin onaylanması için bir başvuru, ne de pay defterine işlenmiş bir devrin bulunduğunu, bu durumda müvekkilinin ortak olmadığını iddia etmenin mümkün olmadığını ifade etmiş ve TTK m. 595’e atıfta bulunmuştur.

44. Bu noktada belirtmek gerekir ki TTK m. 595 hükmü limited şirketlere yönelik bir düzenlemedir. Anılan hükmün somut uyuşmazlıkta uygulanması mümkün değildir. Zira A. AŞ bir anonim şirkettir. Limited şirketlere ilişkin hükümler kıyas yoluyla anonim şirketlere uygulanamaz.

45. Aksine anonim şirketlere ilişkin bazı hükümler kıyas yoluyla limited şirketlere uygulanabilir. Nitekim 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 644. maddesi şu şekilde kaleme alınmıştır:

“Aşağıda madde numaraları bildirilen anonim şirketlere ilişkin hükümler limited şirketlere de uygulanır.

 a) Belgelerin ve beyanların kanuna aykırılığına ilişkin 549 uncu; sermaye hakkında yanlış beyanlar ve ödeme yetersizliğinin bilinmesi hakkında 550 nci; değer biçilmesinde yolsuzluğa dair 551 inci; kurucuların, yönetim kurulu üyelerinin, yöneticilerin ve tasfiye memurlarının sorumluluğunu düzenleyen 553 üncü; denetçilerin (…) sorumluluğuna ilişkin 554 ilâ 561 inci maddeler.

 b) (Değişik: 26 / 6 / 2012-6335 / 32 md.) Feshe ilişkin 353 üncü madde, şirkete karşı borçlanma yasağına ilişkin 358 inci madde, müdürlerin yakınlarının şirkete borçlanmasına ilişkin 395 inci maddenin ikinci fıkrasının birinci ve ikinci cümlesi hükümleri, kâr payı avansına ilişkin 509 uncu maddenin üçüncü fıkrası.

 c) Yönetim kurulu kararlarının butlanı hakkındaki 391 inci ve müdürlerin bilgi alma haklarına kıyas yolu ile uygulanmak üzere 392 nci madde.

 d) Limited şirketlere de uygulanan 549 ilâ 551 inci maddelerine aykırı hareket edenler, 562 nci maddenin sekizinci ilâ onuncu fıkralarında öngörülen cezalarla cezalandırılırlar.”

46. Bu duruma paralel olarak 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 622. maddesi de şu şekilde kaleme alınmıştır:

“Bu Kanunun anonim şirket genel kurul kararlarının butlanına ve iptaline ilişkin hükümleri, kıyas yoluyla limited şirketlere de uygulanır.”

47. Bu nedenle TTK m. 595 hükmünün somut uyuşmazlıkta uygulanması mümkün değildir.

 

6. Dava şartı, taraf sıfatı ve hukukî yarar ne anlama gelmektedir?

48. Davalı vekili, davacının; dava konusu edilen işlemin tarafı olmadığını, davada taraf ehliyetinin bulunmadığını, davacının şirket ortağı olmadığını ve ortaklığını ispatlayamadığını iddia etmiştir.

49. Bu nedenle uyuşmazlığın çözüme kavuşturulabilmesi için davacının taraf sıfatının ve işbu davayı açmakta hukukî yararının bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.

 

a. Taraf sıfatı

50. Taraf sıfatı kısaca dava konusu hak ile taraf arasındaki ilişki olarak tanımlanabilir. Bir diğer söyleyişle, davacı olarak taraf sıfatına sahip olabilmek için dava konusu hakkın sahibi olmak gerekir.

51. Doktrinde Pekcanıtez / Atalay / Özekes taraf sıfatı ile ilgili olarak aynen şu açıklamalarda bulunmuştur(10) :

“... Davacı olarak taraf sıfatına sahip olabilmek için dava konusu hakkın sahibi olmak gerekir. Örneğin, alacak davasında davacı tarafta olma sıfatı alacaklıya aittir. Gerçekte alacaklı olmayan kişi, alacaklı olduğu iddiası ile dava açarsa, davada şeklî taraf kavramının kabul edilmesi sebebiyle, davacı olarak yer alır. Ancak, bu kişinin gerçekte alacaklı olmadığı anlaşıldığında, taraf olarak yer aldığı bu davada, taraf sıfatı olmayacaktır. …”

52. Doktrinde Kuru da dava hakkının kural olarak o hakkın sahibine ait olduğunu ifade ederek aynen şu açıklamalarda bulunmuştur(11) :

“... Sıfat, dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu hâlde, taraf sıfatı dava konusu sübjektif hakka ilişkindir.

 Bir sübjektif hakkı dava etme yetkisi (dava hakkı) kural olarak o hakkın sahibine aittir. Bu nedenle, o hakka ilişkin bir davada davacı olma sıfatı da o hakkın sahibine aittir (aktif husumet). Mesela, bir alacak davasında davacı olma sıfatı o alacağın alacaklısına aittir. Alacak davası, o alacağın alacaklısından başka bir (üçüncü) kişi tarafından açılırsa, (dava konusu alacağın mevcut olmadığından dolayı değil) davacının davacı sıfatına sahip olmadığından (sıfat yokluğundan, husumetten) dolayı reddedilir.

 Bir sübjektif hak kendisinden davalı olarak istenebilecek olan kişi, o hakka uymakla yükümlü (borçlu) olan kişidir (davalı sıfatı, pasif husumet). Mesela, bir alacak davasında davalı olma sıfatı o alacağın borçlusuna aittir. Alacak davası, o alacağın borçlusundan başka bir (üçüncü) kişiye karşı açılırsa, (dava konusu alacağın mevcut olmadığından dolayı değil) davalının davalı (borçlu) sıfatına sahip olmadığından (sıfat yokluğundan, husumetten) dolayı reddedilir. …”

53. Görüldüğü üzere taraf sıfatının söz konusu olmadığı bir uyuşmazlıkta mahkeme davayı sıfat yokluğundan reddedecektir. Bununla birlikte taraf sıfatı dava şartı değildir. Bu nedenle taraf sıfatının yokluğunda mahkemenin vereceği karar esasa ilişkin bir ret kararı olacaktır.

54. Nitekim doktrinde Kuru’ya göre(12) :

“... Mahkeme, yapacağı inceleme sonucunda, taraflardan birinin o davada taraf sıfatının bulunmadığı kanısına varırsa, davayı sıfat yokluğundan (husumetten) reddeder. Bu karar, (dava şartı yokluğundakinin aksine) usulden (davanın mesmu olmadığından dolayı) bir ret kararı olmayıp, davanın esasına ilişkin bir ret kararıdır. Bu (esastan) ret kararı, davanın tarafları bakımından maddî anlamda kesin hüküm (m. 303) teşkil eder. …”

55. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun T: 11.04.2018, E: 2017 / 14-2261, K: 2018 / 777 sayılı kararına göre(13) :

“... Bir subjektif hakkın sahibinin ve o hakka uymakla yükümlü olan kişinin kimler olduğu (yani bir davada, davacı ve davalı sıfatının kimlere ait olduğu) tamamen maddî hukuka göre belirlenir. Bu nedenle, bir kişinin belli bir davada gerçekten davacı veya davalı sıfatına sahip olup olmadığı hususu, usul hukuku sorunu olmayıp, davaya konu (subjektif) hakkın özüne dair bir maddi hukuk sorunudur.

Sıfatın usul hukuku bakımından önemi (usul hukukunu ilgilendiren yönü) şudur: Bir davanın tarafları (veya taraflardan biri) o davada gerçekten (davacı veya davalı olarak) taraf sıfatına sahip değilse mahkeme, davaya konu hakkın esası (mevcut olup olmadığı) hakkında inceleme yapıp karar veremez. Mahkeme, davanın sıfat yokluğundan reddine karar verir. Bu karar, davanın mesmu olmadığına (dinlenemeyeceğine) dair bir karar olmayıp, gene davanın esasına dair bir karardır (taraf olarak gösterilenlerden birinin taraf sıfatının bulunmadığını tespit eden bir karardır). …”

 


b. Dava şartı ve hukukî yarar

56. Bir davada, davacının dava açmakta hukukî yararının bulunması gerekir. Hukukî yarar dava şartı olarak hüküm altına alınmıştır. Bu nedenle öncelikle dava şartının ne olduğunun tespiti gerekmektedir.

57. Doktrinde Kuru dava şartını şu şekilde tanımlamaktadır(14) :

“... Mahkemenin, davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi (davayı esastan inceleyebilmesi) için varlığı veya yokluğu gerekli olan hâllere, dava (yargılama) şartları denir.

 Davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi için, varlığı gerekli hâllere olumlu, yokluğu gerekli hâllere ise olumsuz dava şartları denir.

 Dava şartları, dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esası hakkında inceleme yapabilmesi (davanın esasına girebilmesi) için gerekli olan şartlardır.

 … Mahkeme, dava şartlarından birinin bulunmadığını tespit edince, kural olarak davanın esası hakkında inceleme yapamaz; davayı (kural olarak) dava şartı yokluğundan (usulden) reddetmekle yükümlüdür. …”

58. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114. maddesine göre:

“Dava şartları şunlardır:

 

 h) Davacının, dava açmakta hukukî yararının bulunması. …”

59. Doktrinde Kuru konuya ilişkin olarak aynen şu açıklamalarda bulunmuştur(15) :

“... Davacının dava açmakta hukukî bir yararının bulunması gerekir; yani, dava hakkı, hukukî yarar ile sınırlıdır. Dava açmakta hukukî yararı olmayan kişi, Devletin mahkemelerini (davası ile) gereksiz yere uğraştıramaz. …”

60. Görüldüğü üzere davacının dava açmakta hukukî yararının bulunması dava şartının bir gereğidir. Bir diğer söyleyişle, davacının davayı açmakta hukukî bir menfaati yoksa dava şartları gerçekleşmemiş olacaktır. Dava şartlarının gerçekleşmediğinin tespitinde ise mahkeme, davayı usulden reddetmekle yükümlüdür.

61. Bu noktada, hukukî yarar kavramının incelenmesinde fayda vardır.

62. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun T: 31.05.2017, E: 2015 / 21-840, K: 2017 / 1042 sayılı kararına göre(16) :

“... Medeni usul hukukunda hukukî yarar, mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir davanın açılabilmesi için davacının bu davayı açmakta (veya mahkemeden hukuksal korunma istemekte) bir çıkarının bulunmasıdır. …”

63. Meseleyi konuya ilişkin monografik eserinde ele alan Hanağası da hukukî yararı şu şekilde tanımlamıştır(17) :

“... menfaat, “davacının talep ettiği şeye bağlanan, hukukî ve meşru, doğrudan ve kişisel, doğmuş ve güncel olması durumunda bu talebi kabule şayan kılan ve yokluğu hâlinde davacının dava yetkisinin olmadığı değerdir”. …”

64. Hanağası’nın da isabetle belirttiği üzere, hukukî yarar davacının talebini kabule değer kılan değerdir. Hukukî yararın yokluğunda davacının dava yetkisi de bulunmamaktadır. Ayrıca, menfaatin, hukukî ve meşru, doğrudan ve kişisel, doğmuş ve güncel olması gerekmektedir.

65. Somut uyuşmazlık bakımından özellikle menfaatin doğrudan ve kişisel olmasının ne anlama geldiğinin irdelenmesi gerekir.

66. Doktrinde Hanağası’na göre(18) :

“... Menfaatin doğrudan ve kişisel olması gereği ise, kişinin, kural olarak ancak “kendi adına” ve “doğrudan ve kişisel menfaati” doğrultusunda dava açabileceği, yani bir başkasının menfaati, özellikle kolektif veya genel bir menfaat çerçevesinde dava açamayacağı ilkesinin sonucudur. Ancak, doğrudan ve kişisel menfaat kavramına medeni yargılama hukukunda verilen anlam, yine klasik dava teorileri çerçevesinde oluşmuş ve bu tür menfaatin araştırılması, yine esasa ilişkin unsurların incelenmesi gereğini doğurmuştur. Bu nedenle, kanaatimizce, bu kavram da, menfaatin davanın amacı olarak değerlendirilmesi gereğine uygun bir biçimde tanımlanmalıdır. Bu çerçevede, bu kavramdan anlaşılması gereken, davacının, davanın lehine sonuçlanmasından ve verilecek hükümden kişisel olarak yararlanması ve davayla elde edilecek faydanın doğrudan davacının malvarlığında ya da şahısvarlığında ortaya çıkmasıdır. …”

67. Doktrinde Hanağası’nın da isabetle belirttiği üzere, kişi kural olarak kendi adına ve kendi menfaati için dava açabilir. Bir diğer söyleyişle kişi, bir başkasının menfaati çerçevesinde dava açma hakkına sahip değildir. Davacının dava açabilmesi için, davanın lehine sonuçlanması hâlinde verilecek hükümden kişisel olarak yararlanması ve bu hüküm sayesinde onun şahıs varlığı değerlerinde ya da malvarlığında bir faydanın oluşması gerekir.

68. Bu nedenle bir kişi, kendi malvarlığı veya şahıs varlığı değerleri bakımından herhangi bir fayda yaratamayacak olan bir taleple dava açma hakkına sahip değildir.

69. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun T: 31.05.2017, E: 2015 / 21-840, K: 2017 / 1042 sayılı kararına göre de(19) :

“... Dava açmaktaki hukukî yarar; hukuk düzenince kabul edilmiş meşru bir yarar olmalı, bu yarar dava açan hak sahibi ile ilgili olmalı ve dava açıldığı sırada hâlen mevcut bulunmalıdır. Ayrıca açılacak davanın ortaya çıkacak tehlikeyi bertaraf edecek nitelikte olması gerekir. Bir kimsenin hakkına ulaşmak için mahkeme kararının o an için gerekli olması durumunda hukukî yararın olduğundan söz edilebilir. Bir mahkeme kararına ihtiyaç yoksa hukukî yarardan söz edilemez (Pekcanıtez, H., Atalay, O., Özekes, M.; Medeni Usul Hukuku, Ankara 2011, s. 297).

 

 Bir hukukî ilişkinin hemen tespit edilmesinde hukukî yararın bulunması, şu üç şartın birlikte varlığına bağlıdır: 1) Davacının bir hakkı veya hukukî durumu güncel bir tehlike ile tehdit edilmiş olmalı; 2) Bu tehdit sebebiyle davacının hukukî durumu tereddüt içinde olmalı ve bu husus davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmalı; 3) Yalnız kesin hüküm etkisine sahip olup cebri icraya yetki vermeyen tespit hükmü bu tehlikeyi ortadan kaldırmaya elverişli olmalıdır. …”

70. Ayrıca belirtmek gerekir ki hukukî menfaatin varlığı, davanın açıldığı tarihte aranır. Nitekim doktrinde Hanağası’na göre(20) :

“... Menfaatin varlığı, kural olarak davanın açıldığı tarihe göre belirlenmeli ve bu nedenle, davacının menfaati, davanın açıldığı tarihte var olmalıdır. Aksi hâlde, davacının açtığı bu dava, kabule şayan değildir. Bu davanın, menfaat yokluğu nedeniyle esası incelenmeksizin usulden reddi gerekir. Bu karar, nihai bir karardır ve buna bağlı olarak temyiz edilebilir. Öte yandan, davanın menfaat yokluğu nedeniyle usulden reddi kararı sadece menfaat yokluğu hakkında maddi anlamda kesin hüküm teşkil eder. …”

 

7. Davacının işbu davada taraf sıfatı ve dava açmakta hukukî menfaati var mıdır?

71. Yukarıdaki açıklamalar ışığında davacı S. O.’nun işbu davada taraf sıfatı yoktur. Zira, yukarıda da belirtildiği üzere bir subjektif hakkı dava etme yetkisi (dava hakkı) kural olarak o hakkın sahibine aittir. Bu nedenle, o hakka ilişkin bir davada davacı olma sıfatı da o hakkın sahibine aittir (aktif husumet). Somut olayda davacının dava konusu hakkın sahibi olmadığı ortadadır. Davacı dava konusu satım sözleşmesinin tarafı değildir. Davacı dava konusu sözleşmenin tarafı olan A. AŞ’nin ortağı da değildir. Bu nedenle, ortada satım sözleşmesinden kaynaklanan bir dava hakkının olduğu varsayımında dahi davacı olma sıfatı A. AŞ’ye veya F. Ltd. Şti.’ye ait olacaktır. Bu şirketlerle arasında ortaklık ilişkisi olmayan bir kişinin şirketin sahip olabileceği hakka dayanarak dava açması taraf sıfatı eksikliğinden dolayı mümkün değildir.

72. Öte yandan somut olayda davacının hukukî menfaatinin bulunmadığının da kabulü gerekmektedir. Zira davacının davanın lehine sonuçlanmasından ve verilecek hükümden kişisel olarak yararlanması söz konusu değildir. Bir diğer söyleyişle davayla elde edilecek kararın doğrudan doğruya davacının malvarlığı ya da şahıs varlığı değerleri bakımından bir yarar sağlaması söz konusu değildir. Zira davacı dava konusu satış işleminin yokluğunun tespitine karar verilmesini talep etmiştir. Davacı vekili, yokluk ve butlan hâllerinde tüm ilgililerin herhangi bir süreye tabi olmaksızın yokluk veya butlanın tespiti davası açabileceklerini ifade etmişse de davacının “ilgili” sıfatını haiz olmadığı dosyadan anlaşılmaktadır. Zira hemen yukarıda da belirttiğimiz üzere, davacı dava konusu işlemin tarafı değildir. Buna ilaveten davacı, dava konusu işlemin tarafı olan A. AŞ’nin ortağı da değildir. Ayrıca söz konusu satış işleminin yokluğunun tespiti davacının şahıs varlığı değerleri veya malvarlığı bakımından herhangi bir fayda yaratmayacaktır. Bu nedenle davacının işbu davayı açmakta hukukî menfaati bulunmamaktadır.

 

8. İhbar olunan A. AŞ’nin 26.09.2018 tarihli dilekçesindeki beyanı nasıl değerlendirilmelidir?

73. İhbar olunan A. AŞ, 26.09.2018 tarihli dilekçesinde özetle, davalı F. Ltd. Şti.’nin satış sözleşmesi çerçevesinde bir ödeme yapmadığını, şirket defterlerine bakıldığında da ödeme yapılmadığının görülebileceğini ifade etmiştir.

74. Hemen belirtmek gerekir ki A. AŞ ile F. Ltd. Şti. arasında 05.06.2015 tarihinde bir taşınmaz satım sözleşmesi imzalanmıştır. Bu sözleşmenin resmi senedi de dosyaya sunulmuştur. Anılan resmi senede göre:

“... … Mah. 152 Ada 4 Parselin tamamı … A. ANONİM ŞİRKETİ’a temsilen K. Ö., hissesinin tamamını 546.000,00TL (BEŞYÜZKIRKALTIBİNTL) bedelle F. LİMİTED ŞİRKETİ’ye sattığını, satış bedelini nakden ve tamamen aldığını … beyan ettiler …”

75. Resmi senetten de görüldüğü üzere, ihbar olunan satıcı A. AŞ dava konusu satış işlemi nedeniyle alıcı F. Ltd. Şti.’den satış bedelinin tamamını nakden teslim aldığını ifade etmiştir. Ancak A. AŞ bu kez satış sözleşmesi çerçevesinde kendisine herhangi bir bedel ödenmediğini iddia etmektedir. Bu resmi senedin tarafı olan A. AŞ’nin bu iddiasını kesin delille (örneğin senetle) ispat etmesi gerekir. Zira hukuk sistemimizde senede karşı senetle (kesin delille) ispat zorunluluğu ilkesi benimsenmiştir (HMK m. 201).
76. Nitekim doktrinde Pekcanıtez / Atalay / Özekes’in de isabetle belirttiği üzere(21) :

“... miktar ve değerine bakılmaksızın senede bağlı olan her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen iddialar da yine senetle ispat edilmelidir (m. 201). …”

77. Doktrinde Kuru’ya göre de(22) :

“... Senede bağlı olan her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukukî işlemler, ispat sınırından az bir miktara ait olsa bile, tanıkla ispat olunamaz (m. 201); kural olarak, senet (kesin delil) ile ispat edilebilir. …”

78. Bu nedenle, ihbar olunan A. AŞ’nin; resmi şekildeki satış sözleşmesinde satış bedelini oluşturan 546.000,00 TL’nin tamamını nakden aldığını beyan etmesine rağmen daha sonra dosyaya sunduğu dilekçeyle kendisine herhangi bir satış bedeli ödenmediğini iddia etmesi karşısında, bu iddiasını kesin delille ispat etmesi gerekir (HMK m. 201). Hâlbuki dosya kapsamında bu nitelikte herhangi bir kesin delile (örneğin senede) rastlanmamıştır.

 

9. Uyuşmazlık konusu satış işleminin 6102 sayılı TTK’nın 408. maddesi kapsamına girip girmediğinin belirlenmesinde ispat yükü kime aittir?

79. Davacı S. O. vekili, dava konusu satış işleminin iptalinin gerektiğini, zira A. AŞ’nin malvarlığının tamamının satıldığını, önemli miktarda şirket malvarlığının toptan satışının şirket genel kurulunun devredilemez ve vazgeçilemez yetkilerinden olduğunu iddia etmektedir.

80. Gerçekten de 6102 sayılı TTK’nın 408. maddesi aynen şu şekilde kaleme alınmıştır:

“... Çeşitli hükümlerde öngörülmüş bulunan devredilemez görevler ve yetkiler saklı kalmak üzere, genel kurula ait aşağıdaki görevler ve yetkiler devredilemez:

 

 f) Önemli miktarda şirket varlığının toptan satışı.”

81. Bununla birlikte, davacı S. O., dosyaya, satılan taşınmazın önemli miktarda şirket varlığı olduğuna ilişkin hiçbir delil sunmamıştır.

82. Oysaki 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu’nun 6. maddesine göre:

“Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.”

83. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 190. maddesi de TMK m. 6 hükmüne paralel bir düzenleme getirmektedir. Zira anılan hükme göre:

“İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukukî sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.”

84. TMK m. 6 ve HMK m. 190’da yer alan açık hüküm uyarınca davacı S. O.’nun öncelikle söz konusu taşınmazın şirketin mühim malvarlığı olduğunu, bir diğer söyleyişle bu işlemle önemli miktarda şirket varlığının toptan satışının gerçekleştirildiğini ispat etmesi gerekmektedir. Ancak, davacının dosyaya sunduğu bu yönde bir delil bulunmamaktadır. Dolayısıyla davacı ispat yükünü yerine getirmemiştir.

 

E. SONUÇ

Yukarıda yapılan açıklamalar ve bilimsel değerlendirmeler çerçevesinde varılan sonuçlar şunlardır:

1. Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi’nin 26.12.2014 tarih ve 8274 sayılı nüshasının …. sayfasında görüldüğü üzere, davacı S. O., A. AŞ’deki hisselerini devrederek şirketten ayrılmıştır. Dolayısıyla davacı, şirket ortağı değildir.

2. TTK m. 595 hükmü limited şirketlerde pay devrine yönelik bir düzenlemedir. Somut olayda A. AŞ bir anonim şirket olup, anonim şirkette pay devri söz konusudur. Bu nedenle TTK m. 595 hükmü huzurdaki davada uygulanamaz.

3. Davacı dava konusu satım sözleşmesinin tarafı değildir. Davacı dava konusu sözleşmenin tarafı olan A. AŞ’nin ortağı da değildir. Bu nedenle davacı huzurdaki davada taraf sıfatına sahip değildir. O hâlde, huzurdaki davanın, davacının sıfat yokluğu nedeniyle (husumetten), yani esastan reddi gerekir.

4. Davacının, davanın lehine sonuçlanmasından ve verilecek hükümden kişisel olarak yararlanması söz konusu değildir. Dolayısıyla huzurdaki davada davacının hukukî menfaati de bulunmamaktadır. O hâlde, huzurdaki davanın menfaat yokluğu nedeniyle esası incelenmeksizin usulden de reddi gerekir.

5. A. AŞ’nin; resmi şekildeki satış sözleşmesinde satış bedelinin tamamını nakden aldığını beyan etmesine rağmen daha sonra dosyaya sunduğu dilekçeyle kendisine herhangi bir satış bedeli ödenmediğini iddia etmesi karşısında, bu iddiasını kesin delille ispat etmesi gerekir (HMK m. 201). Hâlbuki dosya kapsamında bu nitelikte herhangi bir kesin delile (örneğin senede) rastlanmamıştır.

6. Ayrıca belirtmek gerekir ki, davacı dava konusu satış işlemi ile önemli miktarda şirket varlığının toptan satışının gerçekleştirildiğini ispat edememiştir.

Saygılarımla.

 

 

… ASLİYE TİCARET MAHKEMESİNİN KARARI
(T: 14.06.2019, E: 2017 / 174, K: 2019 / 328)

 “… Genel kurul evraklarında şirket ortaklığından ayrılan ve bunun Ticaret Sicil Müdürlüğünde ilan edilmesi sonrasında, davacı S. O.’nun şirket ortaklığı devam etmediğinden, herhangi bir hukuki menfaati de olamayacağından, Aktif Husumet Yokluğundan davasının reddine karar vermek gerekmiş, ihbar olunan A. AŞ’nin 26/10/2018 tarihli dilekçesinde davalı F. İnşaat’ın herhangi bir ödeme yapılmadığını beyan etmiş ise de ‘A. AŞ ile F. Ltd. Şti. arasında 05/06/2015 tarihinde … ada, … nolu parselin satışı ile ilgili satış sözleşmesinde A. AŞ’yi temsilen K. Ö.’nun hissesinin tamamını 546.000,00 TL bulundurulduğunda bunun aksini ispat edecek herhangi bir delil sunmamıştır. Kısacası davacı taraf dava konusu satım sözleşmesinin tarafı değildir, yine bu şirkette ortaklığı da dava açıldığı zaman mevcut değildir, A. AŞ bir anonim şirket olduğundan, davacı S. O. hisselerini devrederek şirketten ayrılmıştır. Bu nedenle davacı tarafın davasının aktif husumet yokluğundan reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur. HÜKÜM: … 1-) Davacı tarafın davasının AKTİF HUSUMET YOKLUĞUNDAN REDDİNE …”











 





 

 



* Bu hukukî mütalaa 23.11.2018 tarihinde kaleme alınmıştır.

(1) Ali Murat Sevi; Anonim Ortaklıkta Payın Devri, Ankara, 2012, s: 25.

(2) Sevi, age, s: 173.

(3) Reha Poroy / Ünal Tekinalp / Ersin Çamoğlu; Ortaklıklar Hukuku I, İstanbul, 2014, s: 577.

(4) Poroy / Tekinalp / Çamoğlu, age, s: 602.

(5) Poroy / Tekinalp / Çamoğlu, age, s: 603.

(6) Oruç Hami Şener; Teorik ve Uygulamalı Ortaklıklar Hukuku, Ankara, 2012, s: 579.

(7) Sevi, age, s: 155 ve 190.

(8) Bu ifadenin “evraktır” olması gerekir. Zira “evrak”, “varaka” kelimesinin çoğul hâlidir.

(9) Sevi, age, s: 49.

(10) Hakan Pekcanıtez / Oğuz Atalay / Muhammet Özekes; Medenî Usul Hukuku, İstanbul, 2017, s: 144.

(11) Baki Kuru; İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medenî Usul Hukuku, İstanbul, 2016, s: 173.

(12) Kuru, age, s: 174.

(13) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

(14) Kuru, age, s: 190.

(15) Kuru, age, s: 197.

(16) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

(17) Emel Hanağası; Davada Menfaat, Ankara, 2009, s: 345.

(18) Hanağası, age, s: 346.

(19) Kazancı İçtihat Bilgi Bankası.

(20) Hanağası, age, s: 348.

(21) Pekcanıtez / Atalay / Özekes, age, s: 375.

(22) Kuru, age, s: 371.

Tasarım ve yazılım NEVRES ürünüdür.
Av. Prof. Dr. İlhan Helvacı Hukuk Bürosu
Quasar Tower, No: 2807, Büyükdere Caddesi, No: 76, 34394, Şişli, İstanbul – Türkiye
Tel: +90 212 263 35 25 Faks: +90 212 263 35 26
X